Sakarya Savaşı'nda 21.gün. Yunanlar, bütün önemli mevzilerini bırakarak Sakarya'nın batısına geçme çabasına düştüler. Cephenin batı bölümlerinde Türkler, sabahleyin Yunan siperlerini boş buldular. Yunanlıların çekilmeye başladığı anlaşılınca, Türk ordusuna saldırılarını şiddetlendirmesi emredildi. Çok kanlı çarpışmalarla elden çıkmış olan Çal dağı çarpışmasız Türklerin eline geçti. Sakarya'ya hakim Duatepe, Kartaltepe, Beştepeler de zapt edildi. Basritepe'de, Başkumandan, Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı, harekatı birlikte idare ettiler. Mürettep Kolordu, Sakarya'daki Fettahoğlu Köprüsü'nü ele geçirdi. Yunan 12. Tümeni, Sakarya gerisine çekilmeden önce 8 km.lik bir demiryolu parçasını tahrip etti.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Yaralandığı için Düzce'ye getirilen ve 20 gün istirahat alan Üsteğmen Ferit, vücudundaki kurşun çıkarılınca cepheye gitmek için başvuruda bulundu. Bütün ısrarları geri çevirerek cepheye gitti. Bir süre önce de 40 kadar er, yaralan kapanmadan cepheye firar etmişlerdi
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
General Harington'un dün İstanbul Hükümeti Harbiye Nezareti'ne verdiği ültimatom, bugünkü İstanbul gazetelerinde yayımlandı. Harington, İstanbul'da ihtilal çıkarmak ve İtilaf subaylarını öldürmek için düzenlenen bir komplonun açığa çıkarıldığını ileri sürerek, bunların yakalanması için 7 günlük süre tanıyor, aksi halde İstanbul'da şiddetli bir sıkıyönetim ilan ederek gereken tedbirleri alacağını ilan ediyor. Hamit Bey'in Ankara'ya bildirdiğine göre, muhalifler, İstanbul'da İngiliz gücünün artmasını, kendilerinden bir hükümet kurulmasını istiyorlar
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
12.Grup Komutanı Albay Halit Bey (Deli Halit), güneş doğarken yaptığı gözetlemede, Çal dağındaki Yunan artçılarının güneybatıya, Sivri yakınlarındaki Yunan tümeninde batıya doğru harekete geçtiklerini gördü. Birliklerine çekilen Yunanları yakından izlemelerini emretti. 11.Tümen Komutanı Albay Ali Hikmet Ayerdem tümenini Çal dağa doğru yürüyüşe geçirdi. Düşman hiç bir karşı koyma girişiminde bulunmadan çekiliyor, Türk savaşçılarına yalnızca dağa tırmanmak düşüyordu. Öğleye kalmadan Çal dağın doruğuna Türk bayrağı dikilmişti.
Çal dağın böylesine kolay, bir tek damla kan dökmeden ele geçirileceği hiç akla gelmemişti. Bundan on bir gün önce Çal dağı Yunanlılara kaptırmamak için nice kanlar dökülmüştü. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa: «Yunanlılar Çal dağı alıncaya kadar korkulacak bir şey yok» diye bu dağın stratejik önemini vurgulamıştı. Ama olan olmuş, dökülen onca kana rağmen Çal dağ Yunanlıların eline geçmişti. Çal dağ düşünce tüm Anadolu'yu kapkara bir sessizlik kaplamış, bu dağın Yunanlıların eline geçmesini her şeyin sonu sananlar olmuştu. Ve, stratejik önemi çok büyük olan bu dağın geri alınması için yapılan karşı saldırı binlerce yiğidin ölümüne neden olmuş, Çal dağ kurtarılamamıştı.
On bir gün sonra Çal dağın geri alınması için yalnızca yürümek yetiyordu...
(Kaynak: Sakarya / Alptekin Müderrisoğlu / Syf 290)
'2. Yunan Kolordusu Komutanı Prens Andrew, öğleden sonra saat 14.30'da Pa- poulas’tan yeni bir emir aldı. Emre göre bütün ordu bu gece Sakarya'nın batı kıyısına geçecek ve orada yerleşecekti. Emirdeki ivediliğin nedenini anlayamadı Prens Andrew. Zira, Papoulas'ın daha önceki emrinde de bazı boşluklar görmüş, durumun aydınlanması için Kolordu Kurmay Başkanı Albay Nikolaides'i Papoulas'ın karargahına göndermişti. Nikolaides dönünce işin aslını öğrenirim diye düşünüyordu...
Kolordu gün batarken batıya doğru yürüyüşe başladı. Prens Andrew karargah subaylarıyla önde gidiyordu. Hedef, köprücü bölüğünün Tekkeköy'de kurduğu köprüydü.
Tekkeköy'e varınca, Papoulas'ın yanından dönen Albay Nikolaides'le karşılaştılar. Albay, Papoulas'ın amacının Sakarya batısındaki mevzilerde savunmaya geçmek olduğunu söyledi. İvedi geçişin nedeni de, Türklerin kuvvet yığınakları yaptıkları yolunda alınan bilgilerdi. Türkler Beylikköprü kesiminde yeniden saldıracak olurlarsa, buradaki birliklerin Sakarya’nın batısına geçmesi çok zor olacaktı.
Karanlıkta köprüyü geçen tümenler gelişi güzel savunma mevzileri hazırlamaya koyuldu. Prens Andrew, savunma alanını tanımak için Sakarya'nın batı kıyısı boyunca atını sürdü. Biraz sonra kendini bir çok kümeler biçiminde dağınık yürüyen askerler arasında buldu. Her yanı yoğun bir toz bulutu kaplamıştı. Önde yürümesi gereken destek birliklerinin at arabaları ile savaşçı birlikler birbirine karışmış, yol tıkanmıştı. Kendilerine yol aşabilenler de çok yavaş yürüyebiliyorlardı. Beylikköprü kesiminden gelen birlikler ise tam bir kargaşa içindeydi.
Prens Andrew İçinden dua ediyordu. Eğer Türkler bu çekilişi sezselerdi, ırmağın karşı kıyısına bir kaç makineli tüfek yerleştirselerdi, geçiş tam bir paniğe dönüşmüş olacaktı. Bunun ne denli kötü sonuçlar vereceği ortadaydı...
(Kaynak: Sakarya / Alptekin Müderrisoğlu / Syf 290)
İstanbul’da yayınlanan Fransızca «Revlille» gazetesinin bugünkü sayısında, Yunanistan Kralı ve Yunan Ordusu Başkomutanı Constantine’in ilginç bir açıklaması çıktı. Ankara'ya girecek ordusuna yakın olayım diye Batı Anadolu'dan bir türlü ayrılamayan Kral Constantine, Milletler Cemiyeti Delegesi General Gork ile görüşürken, Sakarya boylarındaki çarpışmalara değinerek şöyle demişti :
«Askeri durum bizden yana gelişiyor. Mustafa Kemal savaşmayı kabul ederse, elli bin kişiden oluşan ordusunu yok edeceğiz. Çişlerimizden pek uzak olmakla birlikte Ankara’ya kesinlikle gireceğiz. Oradaki askeri üretim yerlerini yok etmek için bir kaç gün kaldıktan sonra, Ankara'nın batısındaki berkitilmiş mevzilere çekileceğiz.»
Kral Constantine’in bu sözlerini General Gork gazetecilere aktarmış, Revlille gazetesi de bunu dünya kamuoyuna duyuruyordu şimdi...
Gerçekler bir süre gizlenebilirdi. Ankara’nın sesini duyurma olanaklarının kısırlığından yararlanan Yunanlılar, Avrupa'lı dostlarının yardımıyla şimdiye dek nice balonlar uçurmuş, dünya kamuoyundan nice gerçekleri ertelemeyi becermişlerdi. Ama, yalancının mumu yatsıya kadar yanardı. Bir iki güne dek Sakarya’da olup bitenleri tüm dünya öğrenmeyecek miydi? Kim kimi aldatıyordu?
Kral Constantine, ordusunun, o debdebeli adıyla Yunan Küçük Asya Ordusunun Polatlı ve Haymana önlerinde takılıp kaldığını elbette biliyordu. Korgeneral Papoulas’ın umutsuzluğunu dile getiren uzun raporunu da elbette okumuştu. Hele bir başkomutanın son iki gündür ordusunun çekilmekte olduğundan habersiz olması da düşünülemezdi. Öyleyse neden yalan söylüyordu? Yunan mitolojisinin sert simgelerinden Savaş Tanrısı Mars son anda işe karışıp, savaşın gidişini mi değiştirecekti? Türkleri Ankara'nın doğusuna atmak için, dönüş yolundaki yorgun ve aç savaşçılarına güç aşısı mı yapacaktı Mars?
Milletler Cemiyeti Delegesi General Gork’a gelince, onun Kral Constantine ile görüşmesi uluslararası yüz kızartıcı bir olay olmaktan öteye bir anlam taşımıyordu Milletler Cemiyeti, Dünya Savaşı sonunda Vorsailles (Versay) Antlaşmasıyla 1919 yılında kurulmuş büyük bir uluslararası örgüttü. Başta dünya savaşı galibi devletler olmak üzere kırk beş üyesi vardı . Adalete dayalı yeni bir uluslararası düzen kurmakla görevlendirilen Milletler Cemiyeti'nin en önemli görevi kuruluş antlaşmasının onuncu maddesinde belirleniyordu : Cemiyet, savaşları önleyerek ve durdurarak dünyada barış ve güvenliği sağlayacaktı Bunun için üye devletler siyasal bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak güvence altına alıyorlar, hakları çiğnenecek her devleti koruyacaklarına ant içiyorlardı. Şimdi, insanlığı savaşın yıkıcı etkilerinden korumakla görevli bu cemiyetin delegesi olan bir asker, General Gork, Anadolu topraklarına saldıran ordunun başkomutanıyla Sakarya boylarında kanın gövdeyi götürdüğü savaşı konu edinen görüşmeler yapıyor, saldırgan Kral Constantine’in Ankara'ya girme düşünü İstanbul’da yayınlanan Fransızca bir gazeteye aktarmayı bir görev sayıyordu.
Yeryüzünde savaşı ortadan kaldırmak gibi insancıl duygularla kurulan bu uluslararası örgütün üniformalı delegesine sorulacak çok şey vardı: Yunan Ordusunun Ankara üstüne yürümesi dünya barışını korumak amacına mı hizmet ediyordu? Milletler Cemiyetinin ikinci önemli görevi «Kültürel ve sosyal gelişmeleri artırmak için uluslararası bütün alanlarda işbirliğini sağlamak» olarak belirtildiğine göre, Yunan Ordusunun Ankara'yı ille de almak istemesinin kültürel ve sosyal ilişkilerin artırılmasıyla bir ilişkisi var mıydı? Kral Constantine’in zaman zaman belirttiği : «Anadolu'ya yüksek uygarlık getirmek» amacını dar kafalı Türklerin bir türlü anlamaması yüzünden, Yunan Ordusu dünya kültürüne katkıda bulunmak görevini mi yüklenmek zorunda kalmıştı? Yoksa, Milletler Cemiyeti kurucusu güçlü devletlerin, barışı bozan Türkleri yola getirerek dünyayı barışa kavuşturmak amacıyla imzaladıkları «Sevr Antlaşması» zorla benimsetmek gibi insancıl ve evrensel bir görevi mi yerine getiriyordu Yunan Ordusu...
(Kaynak: Sakarya / Alptekin Müderrisoğlu / Syf 290)
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Polatlı yakınlarındaki Karapınar'dan Ankara'da bulunan Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Beye (Tengirşenk) gece uzun bir telgraf gönderdi. Telgrafta, Yunanlıların geçen Temmuz ayından bu yana yaptıkları askeri girişimler özetlendikten sonra, söz Sakarya'ya getiriliyordu :
«23 Ağustos'ta başlayan ve seçtiğimiz savunma mevkilerinde aralıksız üç hafta süren savaşmalarda, düşmanın pek büyük özverilere katlanarak birbiri ardından yaptığı saldırılar, birliklerimizin becerikli ve kahramanca savunması karşısında tümüyle kırıldı. Ordumuzu güney kanadından kuşatmak amacıyla doğuya doğru uzanan ve uzandıkça karşısında kanadımızı değil cephemizi bulan ve kendi kanatlan sürekli tehdidimiz altında kalan düşman, büyük bir umut kırıklığına düştü ve kuşatma olanağı kalmadığını görünce cephemizden yarmaya girişti ve bu girişimlerinin hepsi başarısızlığa uğratıldı.
am bu sırada ordumuz, tasarlanan plana uygun olarak, cephenin batı kanadında saldırıya geçti. Düşman, pek tehlikeli olan bu saldırımıza karşı büyük özverilere katlanarak direnmeye ve hatta karşı saldırılarla kendisini bu tehlikeli durumdan kurtarmaya çalıştı. Fakat, saldırımızın şiddeti karşısında, sonunda bütün cephede çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine, saldırımız bütün cephe boyunca yapılmış, süvarilerimiz düşmanın yan ve gerilerine yöneltilerek düşmanın çekilmesi perişanlığa çevrilmiştir. Dört beş gündür yapılan karşı saldırımızın şimdiye dek sağladığı sonuçlar, resmi bildirilerimizde özetlendiği gibi çok önemlidir. Anadolu'nun Yunan Ordusu için bir mezar olacağı yolundaki kanımızın gerçekleşmekte olduğunu belirtirim.»
Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey, Sakarya Savaşmalarının kesin sonuçlarını bildiren bu telgrafı hemen yabancı dillere çevirtmeye koyuldu. Yunanlıların yenilgilerini zafer gibi göstereceklerini biliyordu. Onlardan önce davranarak, tüm dünyaya Sakarya gerçeğini duyurmaya çalışacaktı.
(Kaynak: Sakarya / Alptekin Müderrisoğlu / Syf 290)