Meclis'te, Eğitim Bakanı'nın tutumu hakkında önceki gi"ın başlayan taruşma devam etti. Bazı mebuslar, eğitimde inkılap ve asrileşmek adı alunda dinden uzaklaşıldığını ileri sürdi"ıler. Eğitim Kongresi'nin toplanmasını eleştirdiler. Bakan hakkında yapılan güven oylamasında 68'e karşı 75 oyla gi"ıven belirtildi. Hamdullah Suphi, bu oyu yetersiz görerek istifa etti. 19'de yerine Vehbi Bey seçilecek.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Malta'dan dönmekte olan Si"ıleyman Numan Paşa ile Doktor Fazıl Berki, Kırşehir eski Savcısı Nazmi, Trabzon eski Rüsumat Müdüru Mehmet Ali Bey, Kastamonu'ya geldiler (AS: 13) . * Mustafa Kemal; Cevat, Yakup Şevki Paşa ve Rauf Bey'le yemek yedi
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Yunan hükümeti, İngiltere'ye bir muhura verdi: "İzmir ve Anadolu'daki Rum nüfusu, silahlı bir gi"ıçle korunacakur. Bu konuda özel tedbirler alınmalı ve Türkiye'ye empoze edilmeli. Anadolu seferine çıkmakla haklıyız
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
General Dufieux, Adana Valiliği'ne tekrar gelerek General Gouraud'un Kilikya'nın tahliyesi ile ilgili emirlerini okudu. Çukurova'yı terkedecek olanlara Fransızların özel tren veya gemi ayırmayacağını, mülteciler için de Suriye'de kamp kurulmayacağını açıkladı. Fransızlar boşalunca Kilikya'nın İngilizler tarafından işgal edileceği söylentisini yalanladı. (Veou: 517)
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Sovyetler, Türkiye ile Sovyetler arasında konsolosluklar, posta ve telgraflar hakkında bir anlaşma imzalanmasından memnun olacaklarını bildirerek Tfırkiye'ye bu konudaki görüşmelerin Moskova'da yapılmasını önerdiler (Yerasimos: 432) .
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Rumbold'dan Curzon'a: "Kemalistler, uzlaşmaz bir tutum içinde. İzzet Paşa, İstanbul Hfıkfımeti'nin Ankara'yı etkileyemediğini söylüyor. En uygunu, Hamit Bey aracılığı ile Ankara'yla ilişkiye geçilebilir. Kemalistlere şu yolda bir mesaj gönderilebilir: Siz de gerçekten barış istiyorsanız, Yfıksek Komiserlerle görüşmek fızere tam yetkili bir temsilcinizi İstanbul'a gönderiniz." Mr. Endmonds, 15'te hazırladığı bir notta "Mustafa K.emal'i İstanbul'a çağıralım, gelirse ne a.Ia" diyecek, Rumbold 22'de görüşmenin faydasızlığında direnecek, 25'te Rumbold "Müzakerelere tez elden girişilmelidir" uyarısını yapacakur. (Şimşir iV: 73, 76, 85, 87)
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Hintli Mfıslfıman lider Ağa Han'ın The Times'te yayımlanan mektubu: Türkleri yenmek mfımkfın değildir. Meriç'ten Ganj'a kadar bfıtfın İslam memleketleri galeyandadır. (HM: 29)
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Cemal Paşa, Moskova Bfıyfıkelçiliği'nin şifresiyle Mustafa Kemal'e gönderdiği telgrafta, Enver ve Halil Paşaların Anadolu ile ilgili girişimlerini öğrendiğini, bunları sona erdirmek için bfıtfın gfıcfıyle çalışmakta olduğunu, sonucu birkaç gfıne kadar gideceği Almanya'dan bildireceğini, kısa bir sure sonra Afganistan'a döneceğini, Afganistan için istediği subayları bizzat seçme isteğinde olduğunu bildirerek bu iş için Süreyya Bey'in hemen İstanbul'a gönderilmesini istedi (Cebesoy 2: 366) .
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Kazım Karabekir, Fevzi Paşa'nın 8'de sorduğu soruya karşılık vererek başkentin Anadolu ortalarında bir yere taşınmasını, İstanbul'daki fabrikaların Anadolu'ya nakledilmelerini, ayrıca İstanbul için çeşitli güvenceler alınmasını önerdi. Karabekir, Boğazlar ve barışla ilgili görüşlerini de 1 5 'te bildirecektir. (Karabekir 1: 974-975)
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Karabekir'in çabalarıyla Sarıkamış'ta Çocukları Himaye Cemiyeti resmen kuruldu. Bugfın, kitap bayramı olarak kutlandı. Haftaya da Çocuklar Haftası adını verdi. Sarıkamış Askeri Mektebi'nde parlak bir tören yapıldı. Karabek.ir, çocukların himayesi ile ilgili bir konuşma yapu. Karabekir, göreve başladığı 1919' dan beri Doğu' da kimsesiz çocuklardan yüzlercesini himayesine alarak okullara vermiş bulunuyor. (Karabekir 1: 967)
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Tevhidiet'kir: Adanamızın boşalulması ve bize iadesi, savaşta bulunan ordularımızın manen ve maddeten kuvvetini artıracak bir büyük nimettir.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Journal d'Orient'da Fransız Senatosu Dış Komisyonu üyelerinden ve Milletler Cemiyeti delegesi Jorj Reniland'ın İngiltere'ye cevabı. (Türk-Fransız Anlaşması üzerine İngilizlerin tenkitlerine karşı) : Barış istiyoruz. İngilizler, Yunanistan'a fazla güven gösterdiler. Türk vatanperverleri, istiklallerini kurtarmak için olağanüstü bir çaba sarfettiler. Boşuna insan kaybından vazgeçtik. Llyod George'un hesapları yanlış çıktı.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
İleri: Yunan ordusunun gayesi bir an evvel geri dönmektir. Atina'da yek avaz bir an evvel sulh istediklerini söylüyorlar.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
SAKARYA VADİLERİNDE
Gene o günlerde yazılmış bir yazım da «Sakarya vadilerinde» başlığını taşır. Sakarya Vadilerinde yerine Mustafa Kemal Paşa’nın anlattığı harb ve ondan ötesi» d.yebilirdim. Fakat, burada hep o yazımdan ilham aımak ve hattâ bazı parçalarını tekrar etmek ihtiyacına kapıldığım için başlığını da olduğu gibi bırakıyorum.
12 Kasım 1921
«Dolaştığımız toprakların üstünde henüz dünkü muharebeler tütüyor. Biz, her gün kutsal bir yeri tavaf eder gibi ün almış tepelerden birini ziyarete gidiyoruz. Etrafta bunlardan bir çok var: Solda Kara- oagtepe'si, sağda Duatepe, arkada Kızıltepe, önde Çallıtepe gözlerimizin gezindiği ufukları çerçeveleyen dağlar zincirinin halkalarıdır.
«Kendimizi sabah akşam bunlarla çevrilmiş görmekten gurura benzer bir şeyler duyuyoruz. Nasıl duymıyalım ki, her adımda dünkü meydan muharebesinin savaşçıları arasında biz de varmışız gibi bir zanna kapılıyoruz. Hele o tepelerden birine doğru yaklaşırken kalbimiz âdeta orayı zapta gidenlerin he- yecaniyle çarpıyor: Yüzümüze acayip bir ciddiyet ve merdce bir sertlik geliyor. Hele düşmanın bırakıp kaçtığı siperlere girip çıktıkça askerlerimizin malûm, olan sesleriyle «Allah, Allah!» diye bağırmaktan kendimizi güç tutuyoruz.
«Bu siperlerin içinde düşman ordusuna ait bazı, eşya artıkları göze çarpıyor. Zaten, bütün bu bölge bir sürü boş mermi kovanları, top ve makineli tüfek, parçaları, kasklar, kunduralar, elbise ve çamaşır kırpıntıları ve pek çok hayvan leşiyle doludur. Bazı; yerlerde de çürümüş düşman kadavralarına tesadüf etmek mümkündür.
«Halide Edip Hanımın bir düğün sonuna ve devrilmiş bir ziyaret sofrasına benzettiği bu harb sonu manzaralarında insana her şeyden evvel midevî bir tiksinme ve ürküntüden ziyade azaba benzer hisler veren bir hal var.
«Ayağımı çelen bir kaskı sopamın ucuyla dürtüp yuvarlıyorum ve durup biraz da bunu giyen- adamdan kalan şeylere bakıyorum. Bir an için merhamete meyleden kalbim birdenbire büyük bir nefretle doluyor ve bu nefret aynı süratle büyük bir öfkeye inkılâp ediyor. Düşünüyorum ki, bu kadavra bundan bir iki sene, belki birkaç ay evvel Akdenizin öte yakasındaki kıyıların bir noktasında, sakin ve kaygısız bir şehirde bu kabruk Anadolu ovalarının hele bu Karadağın mevcudiyetinden habersiz, takdirin kendisine bahşettiği ömrü yaşayan bir genç adamdı. Ne gibi fena bir sâik, ne gibi sefil bir hırs onu yerinden yurdundan etti? Denizlerden, dağlardan aşırdı tâ buralara kadar getirdi? Buralarda işi neydi? Hangi Tanrı adına can verdi? Şu haliyle anlatmak istediği (kanlı macera hangi hak yoluna idi, hangi maksada dayanıyordu? Eğer bu faciada kendi şuur ve iradesine rağmen rol aldı ise biraz ötede etrafa aynı kokular yayarak, aynı renklerle ve aynı şekillerde çürüyen şu hayvan leşlerinden; eğer kendi iradesine uyarak geldiyse kapı eşiklerinde vurulan mal ve can düşmanı mahlûklardan (arkı nedir?
«Ve bunları düşünürken gözlerim biraz öteki yanm.ş köy harebelerine isabet ediyor. Yanmış köy harebeieri... Düşmanın bize hâtıra olarak bıraktığı şeyler arasında en ziyade bu harabelerdir ki bizi uzun müddet yanlarında alakoyuyor, kalbimizden kavrıyor.»
Zaten bizim burada asıl vazifemiz de bütün bu köyleri bir bir dolaşmak, köylülere bir arada Yunan fecayıni tetkik ve tesbit etmek ve görüp işittiklerimizi bir kitap halinde Erkânı - Harbiyeye vermekti. Halide Hanımdan, Yusuf Ak; oradan ve benden müteşekkil bir heyet bütün Haymana ovasının ve Mihalıççık bölgesinin bir yanından girip öbür yanından çıkarak yüzlerce köyün küllerini, toprak yığınlarını taramağa ve her menzilde bir kaç saat durup o millî felâketin tafsilâtını bizzat felâketzedelerin ağzından dinlemeye koyulmuştu. Bu, haftalarca hattâ aylarca altından kalkıiamıyacak kadar ağır bir işti. Düşman çekilirken her şeyi öyle sistematik bir tarzda yok etmişti, öylesine taş taş üstünde bırakmamıştı ki, insan, ilk bakışta buralarda bir zaman oturanlar var mıydı diye şüpheye düşerdi. Sonra, o yıkıntılar arasından bazı hayat eserleri seçer gibi olunca irkilir ve kaçıp gitmekten kendini güç zaptederdi, İçinden bunlar bir takım canlı mahlûklar mıdır hayaletler midir, yoksa bostan ve tarla korkulukları mıdır demeğe kalmaz, biraz evvel görünenler birdenbire ortadan kayboiup gıdıverirlerdi.
Bunun üzerine, biz ne yapacağımızı şaşırıp kalırdık. Arkalarından seslenecek miyiz, onları aramağa çıkacak mıyız bilemezdik. Zira, hissederdik ki, onlar da bizden ürkmüş, her biri bir kovuğa sinmiştir. O sırada içimizden biri «Yahu, neden kaçıyorsunuz? Biz düşman değiliz. Biz yurtdaşlarınızız. Sizinle dertleşmeğe, başınızdan geçenleri dinlemeye geldik» demeye görsün. Biraz önce işittiğimiz tek tük fısıltılar, mırıltılar, kısık kısık çocuk ağlamalar da susar, her yanı bir mezarlık ıssızlığı sarardı. Bozkırın havasında dünyanın son saati çalmış gibi olurdu.
Dünyanın son saati mi? Fakat, on gun evvelkr Sakarya Meydan Muharebesi zaferi biziere kendi dünyamızın doğuşunu müjdelememiş miydi? Yüreğimde bu müjdenin kuvvetiyle yeniden viranelerin içine dalardık. Zafer, zafer, zafer! Fakat, bunun şevkini, taş yığınlarının arkasından, kovukların içinden ürkek ürkek uzanan kafalara nasıl anlatmalı? Bunlar artık hiç bir iyi şeye inanmıyorlardı. Bunlar sefaletin, yoksulluğun, açlığın, çıplaklığın en son haddinde, yere geçecekleri, toprağa gömülecekleri anı bekler gibiydiler. «Siz nereden geldiniz? Kimsiniz? Nesiniz?» dercesine şaşkın şaşkın yüzümüze bakıyorlardı. Biz, onlara ancak dört beş kilometre ötede, PolatlI diye bildikleri ve kimbilir kaç defa gördükleri bir kasabadan değil, hayallerinin erişemiyeceği kadar uzak bir âlemden gelmiş yaratıklar gibi görünüyorduk. Başla- rina inen zulüm ve işkence yumruğu altında o derece sersemlemiştiler.
Bunun içindir ki, bir köyden kalkıp öbür köye varınca uzun bir müddet, bazı bütün bir gün, vaktimiz onları evvelâ kendimize alıştırmak, sonra kötülük etmeye gelmediğimize inandırmak ,daha sonra da dertlerini deşebilmek imkânlarını aramakla geçiyordu ve neden sonra onlara söylemeye biz dinlemeye başlıyorduk:
«İlk gelişlerinde korkmayın bizden demişlerdi. Size bir kötülüğümüz dokunmaz, biz Halife Padişah tarafından sizi Kemal çetelerinden kurtarmağa geliyoruz, demişlerdi. Yirmi gün sonra büsbütün başka adamlar oldular. Davarımızı alıp kestiler. Hayvanlarımızı süngüledLer. Tarlalarımızdaki sararmış ekinlerden tut da kuyudaki kışlık tohumluklarımıza kadar bütün ürünlerimizi söktüler. Yüklenemedikierini ateşe verdiler. Derken sıra karıya kızana geldi. Ne ziynet altınlarını, ne ırzlarını namuslarını bıraktılar. Karşı koyanları, teslim olmıyanları döğdü- ler, yaraladılar, kuzu çevirir gibi ateşte kavurdular. Bizim köyden Ahmed'in gelini sizlere ömür böyle kavrularak öldü. Mehmed'in on üç yaşında kızı kötürüm yatıyor.»
Halide Hanım, hışımla yerinden fırlayıp o kızı ziyarete gidiyor. Biz, bu zulümlere karşı koymak istediği için döğüle döğüle iler tutar yeri kalmayan muhtarı yoklayalım diyoruz. Köylüler «Nesini yoklayacaksınız, diyor, herif bir kütük. On gündür ne yiyor, ne içiyor, ne gözü görüyor, ne de ağzından bir tek lâf çıkıyor. Hani ,bir ayak evvel ölse d<ye bekleriz.»
Öbür köyde aynı Kerbelâ kıssaları, aynı kara levhalar, aynı fecayi bilânçosu. Bizim kâtipte, not ala ala, ne defter kaldı ne kâğıt. İçimizde de zafer şevkinin son ışıkları sönmeğe yüz tuttu. Üç günde bir, beş günde bir Karargâha dönüp gördüklerimizi işittiklerimizi yazarken Millî Mücadelenin bütün destanî tarafını unutup yalnız mazlum Türk Milletinin kaderine ağlamaklı oluyoruz.
Yusuf Akçora «Bu fecayî kitabını medeniyet âlemine bir itap şeklinde yazmalıyız» diyordu. Nitekim, biz de ona bu şekli vermekte kusur etmiyorduk. Zira, yüreğimiz her şeyden evvel bu facianın yegâne sanığı olan medeniyet âlemine karşı bitmez tükenmez, bir hayal kırıklığıyla doluydu. Lâkin, neye yarar? O âlem on ay sonra İzmir'in hemen öte yakasında, Menemen'den, Manisa’dan Uşağa kadar sıra sıra uzanan nice büyük ve mamur şehirlerimizin, kasabalarımızın harabesini kendi gözüyle gördükten sonra dahî kalbinde en ufak bir İnsanî duygu uyanmıyacaktı.
(Kaynak: Vatan Yolunda / Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Bayramları Sarıkamış’la parlak tes’îd ediyorduk:
a) Ağaç Bayramları için bu havalide 23 Nisan daha iyi oluyordu. Çocuklar tarafından daha önceden muhtelif parklar hazırlanırdı. Çocukların kazma kürekleri omuzlarında tüfek gibi taşıyarak mızıka ile iş başına gidişleri ve seve seve çalışmaları görülecek bir âlemdi.
b) İdman Bayramı: Daha mükemmel oluyordu. Zaten her haftanınki bir bayramdı. Çocuklara Japonların jiujitsu mübârezesini de öğretmek imkânını bulduk. Meç kılıç mübârezesini Erzurum’dan beri öğreniyorlardı. (11 Mart 1338 kızakçıhk teftişi çok mükemmel oldu.)
c) Kitap Bayramı: 12 Teşrinisani 1337’ye (192T) tesadüf eden 12 Re- biyülevvel yani Mevlit Kandil? "günü çok parlak kutlandı. Bundan evvelki bir haftaya Çocuklar Haftası diyerek fakir çocuklara yardımlar yapılmıştı. İstanbul’dan hayli kitapları daha önceden hazırlamıştık. Bugün Şark Çocuklarını Himaye Cemiyeti” diye riyasetim altında bir cemiyet de kurduk ve yardımlarımızı ordu bütçesi dışında kalan fakir aile çocuklarına da teşmil ettik.
d) Atış Bayramı: Bunun için çocuklara da mükemmel bir atış yeri hazırlattım. 13 yaşını bitirmiş olan çocuklar ders atışma başladılar [İlk Atış Bayramını 5 Haziran 1338’de (1922) yapabildik. Üç sınıf üzerine kollarına takılmak üzere nişan mükâfatlarını verdirdim. Mükâfat ve müsabaka işlerini Trabzon ve Ankara’da yaptırdım. Yüz metreden uzak bir kahve tepsisine hiç boşa gitmeden isabetler yapabiliyorlardı].
e) Ramazan Bayramı’ndan önceki haftayı Temizlik Haftası diyerek sokaklarda dahi umumî bir temizlik yapıp pislikleri yaktırıyorduk. Kurban Bayramı’ndan önceki hafta da bir Tasarruf Haftası idi.
Civar maarif mektepleri muallimlerini üçer gün Sarıkamış’a davet ederek yatacak ^er ve yiyeceklerini temin ettirerek mekteplerimizi ve çocuklarımızın amelî sahadaki çalışmalarını tetkike fırsat veriyordum ve kendi mektepleri de beden terbiyesi ve amelî bilgiler hususunda çocuklar ordusu kadrosuna alınacağından icap eden programların tatbikatını da görüyorlardı.
(Kaynak: Çocuk Davamız / Kazım Karabekir)