İngiliz, Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserleri, sabah erkenden'Başbakan Salih Paşa’ya bir nota vererek saat ondan itibaren İstanbul’un işgal edileceğini bildirdiler. Notada, Mustafa Kemal ile öteki millî liderlerin hemen reddedilmesi isteniyor, Kilikya’da benzer olayların devam etmesi halinde barış şartlarının daha da sertleştirilebileceği bildiriliyor. Salih Paşa, verdiği cevapta İstanbul’da asayişin tam olduğunu belirtti. Anadolu’da Hristiyanların katledildiği iddasını reddetti ve işgali protesto etti.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
İtilaf Devletleri, Kuvayı Milliye’nin saldırılarını artırdıklarını ileri sürerek İstanbul’u resmen işgal ettiler. Şehzadebaşı Karakolu’nda 6 Türk askeri öldürüldü, haberleşmeye el kondu, hükümet daireleri denetim altına alındı. Telgraf Memuru Manastırlı Hamdi Efendi, işgali anında Ankara’ya bildirdi. İstanbul, 13 Kasım 1918’den beri zaten İtilaf Devletleri’nin denetimi altında bulunuyordu. İtilaf Devletleri, İstanbul’da istediklerini tutukluyor, basını sansür ediyor ve hükümetlere hemen her istediklerini yaptırıyorlardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugünkü tarihi Osmanlı Devleti’nin fiilen sona erdiği gün olarak kabul ederek bu tarihten sonra İstanbul Hükümetlerinin işlemlerini geçersiz sayacaktır.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
Yüksek Komiserlerin İstanbul sokaklarına astıkları ve illere gönderdikleri bildiri: İttihatçılar, Türkiye’yi savaşa sürüklediler ye yenildiler. İttihatçı fikir güdenler, sözüm ona bir millî teşkilat kurup yeniden savaş devri açtılar. Bunun için İstanbul geçici olarak işgal edildi. İstanbul, Türklerden alınmayacak, saltanat yıkılmayacaktır; karışıklıklar artarsa bu niyet değişebilir. ★ İstanbul İşgal Komutanlığı da bir bildiri yayımlayarak aynı şeyleri tekrarladı ve herkesin iş ve gücüyle uğraşmasını, asayişin sağlanmasına hizmet edilmesini istedi. İstanbul’a vizesiz giriş çıkış yasaklandı.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
İstanbul Hükümeti’nin resmî açıklaması: İstanbul bugünden başlayarak ve geçici olarak işgal edilmiştir. Hükümet üzerine düşen görevi yapmaktadır. Herkese tam bir sükûnetle iş ve gücüyle meşgul olması tavsiye olunur.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
Padişah’ın dünkü daveti üzerine Rauf Bey, Hoca Vehbi Efendi, Abdülaziz Efendi, Mebuslar Meclisi’ni temsilen Saray’a gittiler. Milletin mücadeleye kararlı olduğunu ve sonuna kadar devam edeceğini bildirdiler. Vahdettin Meclis’te sözlerine dikkat etmelerini öğütledi. İngilizlerin isterlerse yarın Ankara’ya gidebileceklerini ileri sürdü ve “Bir millet var, koyun sürüsü, ona bir çoban lazım; o da benim” dedi.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
Felah-ı Vatan Grubu’nun toplantısında durum tartışıldı. Grup, Rauf Bey’le Kara Vasıf Bey’i kaçmaya ikna edemedi. İngilizler, akşamüzeri Meçlis’e gelerek Rauf Bey, Kara Vasıf Bey, Edime Mebusu Şeref Bey ve Osmanlı Mesai Fırkası’ndan mebus seçilmiş olan Numan Usta’yı alıp götürdüler. Yûnus Nadi, telefonla eşini arayarak ısmarlaştı. Meclis’te yarın da tutuklamalar olacak, bunlar Malta’ya götürülecek ve uzun bir süre mücadeleden uzak kalacaklardır. Mustafa Kemal, Anadolu’da işe yarayacak kişilerin, İstanbul’u terk etmesi için daha önce çağrıda bulunmuş, ancak Rauf Bey, İngilizlerin Meclis geleneğinden ötürü böyle bir yola başvurmayacaklarını söyleyerek bu isteğe uymamıştı.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
Ankara, Manastırlı Hamdi Efendi’den aldığı İstanbul’un işgal edildiği haberini bütün vali ve kumandanlara, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubelerine bildirdi. Temsil Kurulu adına Mustafa Kemal’in imzasıyla gönderilen genelgede, bütün dış dünya ile ilişiğin kesilmesi, postanelere el konulması, şüpheli mektupların açılması, Hıristiyan halka iyi davranılması istendi. Mustafa Kemal başka bir genelgesinde, İtilaf Devletleri temsilcileriyle meclislerin başkanlıklarına, t; i'afsız devletlere protesto telleri çekilmesini, gösteri toplantıları yapılmasını istedi.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
Mustafa Kemal, millete yayımladığı bildiride, İtilaf Devletleri’nin yurdu sömürgeleştirmek için yaptığı çalışmaları anlatarak, millî birliğin meydana getirdiği direnme ve dayanma karşısında bu saldırıların eridiğini, bugün İstanbul’u işgal ederek Osmanlı Devleti’nin yedi yüz yıllık hayat egemenliğine son verdiklerini, böylece Türk milletini, bağımsızlık hakkını ve geleceğini savunmaya çağırdıklarını bildirdi.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu adına Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri temsilcileri ve Meclis başkanları ile ABD ve tarafsız devletlerin dışişleri bakanlarına çektiği telgrafta, İstanbul’un işgal edilmesini protesto etti. Protesto metninde “Bu son yumruk, yirminci yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere, özgürlük, yurt ve millet duygusu gibi bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere indirilmiştir. Hiç'bir güç bizi yaşamak hakkımızdan yoksun bırakamaz” dendi. Öteki îtilaf Devletleri’yle önemli çelişkileri olan İtalyanlar, bu bildiriyi Antalya’daki telsiz istasyonlarıyla bütün dünyaya duyurdular.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
İngilizlere misilleme amacıyla, Erzurum’daki İngiliz Kontrol Karargâhı dağıtıldı. İngiliz bayrağı indirildi. Albay Rawlinson “Erzurum halkının galeyanından korunması” gerekçesiyle tutuklandı. Rawlinson, duyduğu havadislerden üzüntü duyduğunu ifade ederek hayatının korunmasından ötürü teşekkür etti. Erleriyle birlikte Karabekir’in emrinde olduğunu bildirdi. Yarın da Amasya’da Yüzbaşı Forbes tutuklanacak.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
Amiral Robeck, Dışişleri’ne raporunda Damat Ferit Paşa ve Seyit Abdulkadir’le görüştüğünü haber verdi. Rapora göre Ferit Paşa, Diyarbakır, Harput bölgesindeki Kürtleri ulusal Türk hareketine karşı kışkırtmak isteyerek bunun İngiliz politikasına uygun düşüp düşmediğini soruyor. Seyit Abdülkadir ise, ulusalcılara karşı harekete geçmeye hazır ancak bağımsız veya İngiliz mandası altında bir Kürdistan’ı garanti etmedikçe Ferit Paşa ile birleşmek istemiyor. Robeck: “Durum sıkıntı verici” diyor.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 2 / Zeki Sarıhan / Syf 431)
Nutuk’tan/
Efendiler, İstanbul’da 10’uncu Tümen Komutanı’ndan Ankara’da 20’nci Kolordu Komutanlığı’na 9 Mart 1920 tarih ve 456 sayılı şifre olarak 14 Mart 1920 günü bir yazı geldi. Çözülmüşü şuydu:
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne özel: İngilizler tarafından Türk Ocağı binasının işgali üzerine Millî Talim ve Terbiye binasına taşınan Ocağın, bu yeni taşındığı bina, dün öğle vakti İngilizler tarafından yeniden işgal edilmiştir, efendim.
Efendiler, 1920 senesi Martının 16’ncı günü öğleden önce, saat 10.00’da makine başında şöyle bir telgraf geldi:
İstanbul, 16.3.1920
Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Bu sabah, Şehzadebaşı’ndaki Muzıka Karakolu’nu İngilizler basıp oradaki askerlerle çarpışarak, sonunda şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Bilgilerinize arz olunur.
Manastırlı
Hamdi
Ben bu telgrafın altına kurşun kalemle «ivedi olarak kolordulara benim imzamla M. Kemal» işaretini koyduktan sonra, telgrafı verenden açıklama istemeye başladım. Manastırlı Hamdi Efendi birbiri ardınca bilgi vermeye devam etti.
Bizim en çok güvendiğimiz bir arkadaşımız var ki, yalnız o değil, herkes, yani gelenler söylüyor. Şimdi de Harbiye’nin işgalini haber aldık. Hattâ, Beyoğlu telgrafhanesinin önünde İngiliz askerlerinin bulunduğunu öğrendik, fakat telgrafhaneyi işgal edip etmeyecekleri bilinmiyor.
Bu sırada Efendiler, Harbiye telgrafhanesinden memur Ali bilgi vermeye başladı:
Sabahleyin İngilizler basarak altı kişiyi şehit ettiler. On beş kadar da yaralı var. Şimdi İngiliz askerleri dolaşıyor. Şimdi, işte, İngiliz askerleri Nezaret’e giriyorlar. İşte içeri giriyorlar. Nizamiye kapısına. Teli kes! İngilizler buradadır.
Manastırlı Hamdi Efendi, bizi yeniden buldu.
Paşa Hazretleri,
Harbiye telgrafhanesini de İngiliz askerleri, işgal edip teli kestikleri gibi bir yandan Tophane’yi işgal ediyorlar, bir yandan da zırhlılardan asker çıkarılıyor. Durum ağırlaşıyor efendim. Sabahki çarpışmada 6 şehit 15 yaralımız var. Paşa Hazretleri, yüksek emirlerinizi bekliyorum.
16 Mart 1920
Hamdi
Hamdi Efendi devam etti:
Sabahleyin bizim asker uykuda iken, İngiliz deniz askerleri karakola gelip giriyor. Askerimiz uykudan şaşkınlık içinde kalkınca çarpışmaya başlanıyor. Sonunda bizden 6 kişi şehit oluyor, 15 kişi yaralanıyor. Bunun üzerine, zaten melunluklarını tasarlamışlar ki, hemen zırhlıları rıhtıma yanaştırıp bir yandan Beyoğlu tarafını ve Tophane’yi bir yandan da Harbiye Nezareti’ni işgal etmişlerdir. Şimdi artık, ne Tophane’yi ne de Harbiye telgrafhanesini bulmak imkânı olmuyor. Şimdi aldığım habere göre işgal Derince’ye kadar yayılıyormuş, efendim.
İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok. Orayı da işgal ettiler galiba, Allah korusun, burayı işgal etmesinler. İşte Beyoğlu telgraf memurları, müdürleri geldiler. Kovmuşlar.
«Bir saate kadar burası da işgal olunacaktır. Şimdi haber aldım, efendim.»
Rahmetli Hayati Bey, benim ilk haber telgrafı üzerine yaptığım işarete uygun olarak, verilen bilgileri özetlemiş; Rumeli ve Anadolu’daki bütün komutanların adresine telgraf çektiriyordu. Bir an önce İstanbul üzerinden Edirne’ye çektirilmesini söylemiştim.
Hamdi Efendi:
Yüksek emirleriniz yerine getiriliyor. Edirne’ye yazıyorum ve bütün merkezleri hazır ettirdik.
Hamdi Efendi’den:
«Milletvekilleri ile ilgili bir haber aldınız mı? Meclis telgrafhanesi cevap veriyor mu?» diye sordum. Hamdi Efendi:
Evet veriyor. 14’üncü Kolordu Komutanı hazır. Paşa istiyordu, verelim mi?
Efendiler, bundan sonra artık Hamdi Efendi’nin sözünü işitemedik. İstanbul merkezinin de işgal edilmiş olduğuna hükmettik.
Bu vatansever ve cesur, Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felâketinden haber almak için, kim bilir, ne kadar çok beklemek zorunda kalacaktık. İstanbul’da bulunan nâzır, milletvekili, komutan ve teşkilâtımızdan bir kimsenin çıkıp da bize vaktinde haber vermeyi düşünememiş olduğu anlaşılıyor.
Demek ki, hepsini heyecan ve korku bürümüştü. Bir ucu Ankara’da bulunan telin İstanbul’da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir duruma gelmiş olduklarına hükmetmek, bilmem ki doğru olur mu? Telgraf memuru Hamdi Efendi, daha sonra Ankara’ya gelerek karargâhımız telgraf memurluğunu yapmıştır. Kendisine borçlu olduğum teşekkürü burada açıkça ifade etmeyi millî ve vatanî görevlerimden sayarım.
Efendiler, bu durum üzerine, meydana gelebilecek bir felâketin önüne geçmek için şu emri verdim:
Bütün Vali ve Mutasarrıflara
Sivas’ta 3’üncü Kolordu, Bandırma’da 14’üncü Kolordu, Ankara’da 20’nci Kolordu, Erzurum’da 15’inci Kolordu, Konya’da 12’nci Kolordu, Diyarbakır’da 13’üncü Kolordu Komutanlıklarına İzmir Cephesinde Refet Beyefendi’ye, Balıkesir’de 61’inci Tümen Komutanlığı’na, bütün Müdafaa-i Hukuk Merkez Hey’etleri’ne ve Yönetim Kurullarına
Telgraf, ivedi Ankara, 16.3.1920
Bugünkü duruma göre, milletimi, medeniyet dünyasının insanca duygularla dolu vicdanlarına ve bütün İslâm dünyasının manevî birliğine güvenmekle birlikte, dost olsun düşman olsun, bütün resmî dış dünya ile geçici olarak bir süre için ilişki kuramayacaktır.
Bugünlerde, yurdumuzdaki Hristiyan halka karşı göstereceğimiz insanca davranışın değeri pek büyük olduğu gibi, hiçbir yabancı hükûmetin açıktan veya dolaylı yoldan yardımını görmeyen Hristiyan halkın tam bir huzur ve sükûn içinde yaşamaya devam etmeleri, ırkımızın yaratılıştan bezenmiş olduğu medenî kabiliyetine kesin bir delil olacaktır.
Yurt çıkarları aleyhinde çalıştıkları görülenler ile, memleketin huzur ve güvenliğini bozanlar hakkında, din ve milliyet ayrımı yapılmaksızın, kanun hükümlerinin eşit olarak ve şiddetle uygulanmasını; bulundukları yerlerdeki mahallî idarelere bağlılık gösteren ve vatandaşlık görevlerini yapmakta kusur göstermeyenler hakkında ise, yumuşak ve şefkatli davranılmasını özellikle ister, bu hususların bütün ilgililere hemen bildirilmesini ve bütün yurttaşlara uygun vasıtalarla duyurulmasını rica ederiz, efendim.
Müdafaa-i Hukuk Heyeti
Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal
Nutuk’tan/
Efendiler, İtilâf Kuvvetleri, İstanbul telgraf merkezlerini işgal ettikten sonra, memlekete telgrafla bir resmî tebliğde bulunmak istediler. Tarafımızdan yapılan uyarı ve hatırlatmalar üzerine, bazı merkezler dışında bu resmî tebliğ alınmadı. Alanlar ve cevap verenlerden belli başlıları şunlardır:
İzmit Mutasarrıfı Suat Bey, Konya Valisi Suphi Bey
Resmi Tebliğ
Beş buçuk yıl önce, Osmanlı Devleti’nin mukadderatını her nasılsa elde etmiş olan İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin liderleri, Alman telkinlerine kapılarak Osmanlı Devlet ve Milletini I. Dünya Savaşı’na soktular. Bu haksız ve uğursuz siyasetin sonucu bilinmektedir. Osmanlı Devlet ve Milleti, bir türlü felâket geçirdikten sonra, öyle bir yenilgiye uğradı ki, İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin liderleri bile, bir Ateşkes Anlaşması yaparak kaçmaktan başka çare bulamadılar. Anlaşmanın yapılmasından sonra, İtilâf Devletleri’ne bir görev düştü.
Bu görev eski Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün halkının, ırk ve mezhep ayrılığı gözetilmeksizin gelecekteki mutluluklarını, gelişmelerini, sosyal ve ekonomik hayatlarını güven altına alan bir barışın temellerini atmaktan ibaretti.
Barış Konferansı, bu görevi yerine getirmekle uğraşırken, kaçmış olan İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin taraftarı olan bazı kimseler, «Millî Teşkilât» takma adı ile bir teşkilât kurarak ve Padişah ile İstanbul Hükûmeti’nin emirlerini hiçe sayarak, savaşın acı sonuçlarıyla büsbütün tükenmiş olan halkı askerlik için toplamak, çeşitli unsurlar arasında nifak çıkarmak, millî yardım bahanesiyle halkı soymak gibi işleri yapmaya yeltendiler ve böylece barış değil, sanki yeni bir savaş devrini açmaya çalıştılar.
Bu teşebbüs ve kışkırtmalara rağmen, Barış Konferansı görevine devam etti ve nihayet İstanbul’un Türk idaresinde kalmasına karar verdi. Bu karar Osmanlıların kalplerini ferahlatacaktır. Ancak, bu kararlarını Bâbıâli’ye bildirdikleri zaman, uygulamanın ne gibi şartlara bağlı olduğunu da hatırlattılar.
Bu şartlar, Osmanlı vilâyetlerinde bulunan Hristiyanların hayatlarını tehlikeye sokmamak, bugün İtilâf Devletleri ile müttefiklerinin askerî kuvvetleri aleyhinde yapılmakta olan sürekli hücumlara son vermekti. İstanbul Hükûmeti, bu uyarıya karşı bir dereceye kadar iyi niyet göstermiş ise de, «Millî Teşkilât» takma adı ile hareket eden kimseler, ne yazık ki, teşvik ve tahriklerinden vazgeçmek istemediler.
Aksine, hükûmetin kendileri ile işbirliği yapmasını sağlamaya çalıştılar. Herkesin sonsuz bir hasretle beklediği barış için büyük bir tehlike demek olan bu duruma karşı, İtilâf Devletleri, yakında karara bağlanacak barış hükümlerinin uygulanmasını sağlamak üzere, gerekli tedbirleri düşünmeye mecbur oldular. Bunun için bir tek çare buldular. Bu da, İstanbul’u geçici olarak işgal etmekti. Bu karar bugün yürürlüğe girmiş olduğundan, kamuoyunu aydınlatmak için aşağıdaki noktaların açıklanması gerekir:
1 — İşgal geçicidir.
2 — İtilâf Devletleri’nin niyeti, saltanat makamının nüfuzunu kırmak değil, aksine, Osmanlı idaresinde kalacak olan memleketlerde o nüfuzu güçlendirmek ve sağlamlaştırmaktır.
3 — İtilâf Devletleri’nin niyeti, yine Türkleri İstanbul’dan mahrum etmemektir. Fakat, Allah korusun, taşrada genel bir karışıklık veya katliam gibi olaylar ortaya çıkarsa, bu karar değiştirilebilir.
4 — Bu nazik dönemde, ister Müslüman ister gayrimüslim olsun, herkesin görevi, kendi işine gücüne bakmak, güvenliğin sağlanmasına yardımcı olmak, Osmanlı Devleti’nin yıkıntısından yeni bir Türkiye’nin kurulması için var olan son bir ümidi, çılgınlıklarıyla mahvetmek isteyenlerin aldatıcı sözlerine kapılmamak ve hâlâ saltanat merkezi olarak kalan İstanbul’dan verilecek emirlere uymaktır.
Yukarıda sayılan kışkırtmalara katılan şahısların bazıları, İstanbul’da yakalanmışlardır. Onlar elbette kendi yaptıklarından ve sonra da, o yaptıklarının sonucu olarak ortaya çıkabilecek olaylardan sorumlu tutulacaklardır.
İşgal Kuvvetleri
Bu tebliğ dolayısıyla, derhal şu genelgeyi yayınladım:
16.3.1920
Bütün Vali ve Komutanlara ve Müdafaa-i Hukuk Hey’etlerine
İtilâf Devletleri tarafından silâhlı çarpışma sonunda, İstanbul’un işgali zorla gerçekleştirilmiştir. Bu suikasttan yararlanarak hainlik düşünen birçok kimsenin milleti aldatmaya kalkışmaları muhtemeldir.
Nitekim, resmî bildiriler şeklinde imzasız bazı bildirilerin yayınlanmak istendiğini öğreniyoruz. Yanlış hareketlere yer verilmemek ve gerçek duruma ters düşen heyecanlar yaratılmamak bakımından, bu gibi bildirilere asla değer verilmemesi gerekir. Gerçek durumu izleyen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, milleti aydınlatacaktır.
Mustafa Kemal
Başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Yunanistan’a ait deniz piyadeleri, 16 Mart 1920’de sabaha karşı gemilerinden çıkarak İstanbul’u işgale başladılar. Harbiye ve Bahriye nazırlıkları başta olmak üzere hükumet binaları, telgraf merkezleri, Türk Ocağı binası karakol, kışlalar, silah depoları ele geçirildi. Şehzadebaşı Karakolu’nda 6 er şehit edildi, 15’i yaralandı. İstanbul ve çevresinde sıkıyönetim ilan edildi. Millici bilinen örgütler kapatıldı, gazeteler yasaklandı. Beykoz’da çeteci diye 27 taş ocağı işçisi öldürüldü. Direnişçi örgütlere üye olma ya da yardım etmeye ölüm cezası getirildi. Yalnızca Türkleri yargılayacak özel askeri mahkemeler kuruldu.
İşgal Komutanı General Wilson, yaptığı açıklamada, ‘Emirlere uymayan, toplumsal düzeni bozan, direnişçilere yardım ettiği ya da buna niyet ettiği belirlenen herkes, askeri mahkemece yargılanacak, ölüm ya da ağır hapisle cezalandırılacaktır.’ Diyordu.
İşgal güçleri, 16 Mart günü yayınladıkları resmi bildiride, ‘işgali gerekli kılan’ nedenleri açıkladı. İstanbul’un ‘Padişah’ı korumak için’ geçici olarak işgal edildiği söylenen bildiride, İttihat ve Terakki Partisi üyelerinin ‘Kuvayi Milliye adıyla örgütlendiğini’, halkı silahlı direnişe çağırdığını etnik topluluklar arasında düşmanlık tohumları attığını ve bağış bahanesiyle para toplayarak halkı soydukları söyleniyor ve silahlı ayaklanmalara son vermek, barış koşullarının uygulanmasını sağlamak ve sultanı’ın saygınlığını artırarak onu korumak için, İstanbul geçici olarak işgal edilmek zorunda kalınmıştır.’ Deniyordu.
İşgal güçleri, rütbe ve makam farkı gözetmeksizin, Türk olan herkese çok sert davranıyordu. Örneğin Harbiye Nazırı Fevzi Paşa’nın (Çakmak) odasına silahlarıyla girmişler ve süngülerini göğsüne çevirerek onu aşağılamışlardı. Oysa, Fevzi Paşa o güne dek milli hareketin karşısındaydı, bu yönde pek çok genelge yayınlamıştı. Onuruna düşkün bir komutan olan Fevzi Paşa belki de yaşadığı bu olay nedeniyle işgal gerçeğini gördü ve ‘İngilizlerin amacı, içimizdeki bazı hainleri kullanarak millet içine kan sokmak ve bir tek İngilizin burnu kanamadan Anadolu’yu ele geçirmektir.’ Diyerek Anadolu’ya geçen ilk beş generalden biri oldu.
İngiliz birlikleri 16 Mart akşamı Meclis’i sardılar. Birlik komutanı, Hüseyin Rauf ve Kara Vasıf Bey’in kendisine teslim edilmesini istedi ve bu iki milletvekilini tutuklayıp götürdü. İşgal gerekçeleri içinde Meclis’e karşı bir yaptırım olmamasına karşın, 85 milletvekili tutuklandı, evlerinde bulunamayanlar, o için kurtulmuştu. Bunlar, ya saklandılar ya da gizlice Anadolu’ya kaçmaya çalıştılar. Küçük bir bölümü işgal güçleriyle uzlaşmanın bir yolunu bularak, İstanbul’da kaldı. Meclis 18 Mart’ta Padişah tarafından tümden kapatıldı.
Milletvekilleri Mustafa Kemal’in uyarı ve önermelerinin değerini, işgalin katı gerçeğiyle karşılaşınca anladılar. Yaşam en iyi öğretmendi ve onlar gerçeği ne yazık ki ancak yaşayarak öğrenmişlerdi. Tutuklanarak kendini feda etmekten söz ederek İstanbul’a gidişinin öncülüğünü yapan Hüseyin Rauf (Orbay) ve mandacılığın önde gelen savunucularından Kara Vasıf Bey’de bunlara dahildi.
(Kaynak: Ülküye Adanmış Bir Yaşam 1 / Metin Aydoğan / Syf 192)
Fakat Mustafa Kemal Paşa’nın Rauf Bey’i ve diğer arkadaşları Ankara’ya çağırması ne kadar yerinde imiş. Bu davetten üç gün sonra zuhur eden vekayi Paşa’nın istikbali ne kadar dürüst gördüğünü isbat etti. Paşa’nın meziyetlerinden biri de istikbali iyi görmesi idi.
Evet, bir sabah oturmakta olduğum Bakırköy’den Sirkeci’ye çıktığım sırada ortalıkta bir kaynaşma, bir gayri tabiilik gördüm. Yüksek binaların damların mitralyözler konulmuş, ecnebi askerler her tarafta mevzi almış, herkeste bir sükut ile karışık çekinme. Ne oluyordu?
(…işgal gerçekleşir)
İstanbul işgal olunuyor, fakat sarayda hiç telaş yok. Pek tabii bir hal karşısında imişler gibi hiçbir tedbir yok. Mecliste tevkifat başlayacağı şayi oldu. Mustafa Kemal Paşa bize bu ciheti üç dört gün evvel yazmış ve hemen Ankara’ya hareketimizi bildirmişken, biz bunu reddetmiştik. Fakat ahval bunu göstermedi. Şimdi kaçmak, Ankara’ya gitmek için düşünmeye başladık. Mecliste bir telaş…İngilizler gelmişler Rauf Bey’i istiyorlar alıp götürecekler… Rauf Bey’in firarına imkan varken işittiğime göre Rauf bey firarı kabul etmemiş ve mertçe teslim olmayı tercih ederek İngilizlere teslim olmuş ve netice malum Malta’ya sevk edilmiştir.
(Kaynak: Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber 2 / Mazhar Müfit Kansu / Syf 557)
16 Mart 1920 sabah İstanbul ve Beyoğlu kısa bir süre devam eden silah sesleriyle uyandı. İngiliz askerleri Beyoğlu sokaklarına döküldü. Savaş üniformaları giymiş ürkütücü tavırlar takınmış askerler, halkın tek gidiş geliş yolu olan Beyoğlu caddesini tıkadılar. Bunların yüzlerinde önce halkı kışkırtan, sonra da onların en ufak hareketini, hatta mırıldanmalarını cezalandırmak isteyen bir ifade vardı.
Limandaki işgal kuvvetlerine ait savaş gemilerinin topları İstanbul tarafına çevrilmişti. Türkler ise bu ağır tahrik altında ezilmiş, yüzleri başka tarafa dönük, evlet çıt çıkmaz durumda, bu felakete karşı sabırla katlanmaktan başka bir şey yapamıyorlardı.
Daha sonra İngilizler, Türk askerlerinin bulundukları kışlalara girdiler. Yer yer silah sesleri duyuldu, bazı Türk askerleri burulup düştüler. Bu büyük film bütün gün sürdü ve figüranların sokaklardaki geçit resmi akşama kadar devam etti.
Saat 3 e doğru Albay x Harbiye Nezareti’ne birlikte gitmemiz için beni otomobiline davet etti. Orada birçok dostu varmış. Harbiye Nezareti’nin avlusu, bir sürü İngiliz deniz eri ile dolmuştu. Avluda bulunan şaşkın kalabalığın arasında kılık değiştirmiş, üstleri başları perişan bir durumda, milli hareketin ruhu olan gençler de gizlenmişti. İngiltere yapmış olduğu bu kuvvet gösterisini HER HALDE ÇOK PAHALI ÖDEYECEKTİ, zira Asya’da karşı açmış olduğu bu savaşın sonunun ne olacağını kimse kestiremezdi.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği / Berthe Georges Gaulis / Syf 40)
Şüphesiz ki işgal bilgilerini Ankara’ya Mustafa Kemal Paşa’ya ileten kişi o anda İstanbul Merkez Telgrafhanesinde görevli ve Ankara yönüne bakmakta olan telgraf memuru Manastırlı Hamdi (Martonaltı) idi. Ancak ona bilgileri vererek bunların Ankara’ya iletilmesi talimatını veren kişi de İhsan Bey (Pere) olduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki 16 Mart 1920 gecesi sabaha karşı nöbet şefi olan İstanbul Telgraf Başmemuru İhsan bey ve arkadaşları nöbetten çıkmaya hazırlanıyordu. Ancak Harbiye telefon santralinde görevli İsmail Hakkı’dan aldığı kara haberi heyecanla İhsan Bey’e iletti: ‘İngiliz askerleri Şehzadebaşı karakoluna baskın yapmışlar ve hiçbir şeyden haberleri olmayan zavallı askerlerimizden şehitler olmuş. Bir kol da Harbiye bakanlığına doğru gelmekte imiş.’ Telefon yine çaldığı için koşarak açtı. Bu kez karşısında Tophane’den bir telgrafçı arkadaşı nefes nefese ‘İngilizler durmadan karaya asker ihraç ediyorlar. Vaziyet çok mühim.’ Diye bağırdı ve telefonu kapattı. İhsan bey hiç vakit kaybetmeden durumu Ankara’ya bildirme kararı aldı. Hemen telgraf salonunda Ankara mekinesine bağlı olan Manastırlı hamdi’ye ‘Hemen Ankara’yı bulmamız gerekiyor. Mustafa Kemal Paşa hazretlerine durumu bildirmeliyiz.’ Dedi. İhsan Bey, durmadan sağı solu telefonda arayarak edindiği bilgileri Manastırlı Hamdi’ye iletmek suretiyle bilgilerin anında Ankara’ya bildirilmesini sağlıyordu. Bu sırada da İngilizler, sırayla posta ve telgraf merkezlerini işgal ederek her türlü haberleşmeyi kesiyordu. Artık İstanbul Merkez Telgrafhanesinin işgali de an meselesiydi. En sonunda Hamdi yazmaya devam etti: ‘Bir saate kadar burası da işgal olunacaktır. Şimdi haber aldım.’ Manastırlı Hamdi telgrafı henüz çekmişti ki merdivenlerde telaşlı ayak sesleri duyuldu. Nihayet işgal saati gelip çattığında telgrafçı Hamdi’nin eli maniplesinden çekildi ve Ankara ile bağlantı kesildi.
Biraz sonra önde bir İngiliz albay, yanında telgraf memuru Leon arkadaşlarında süngü takılı birçok asker ile salonun içerisine girdi. İşgalcilerin tercümanlığını Leon yapıyordu ve işgalci albayın komutunu ‘Herkes olduğu yerden kalksın ve dışarıya çıksın!’ diye Türkçeye çeviriyordu. Mevsim kış olduğu için askılarda memurların ceketleri vardı ancak almak için elini uzatana hemen bir asker süngüsü doğrultuyordu. Bu arada işgalci çavuşun biri çıkardığı kırmızı balmumu ile pencereleri bir iple bağladıktan sonra mühürledi.
İngiliz subay İhsan Bey’e dönerek ‘İçeri girmenin cezası ölümdür. Bunu memurlarınıza bildiriniz.’ Dedi. İşgalci devletlerin haberleşmenin kontrolüne bu kadar önem vermesinin nedeni İstanbul ile Ankara’nın bağlantısını kesmekti.
(Kaynak: Atatürk’ün Özel Şifre Hattı / Halil Özcan)
Yunus Nadi anlatıyor:
Galata’da bir arkadaşımın yazıhanesine giderek orada bir müddet vaziyet hakkında malumat aldım. İşgal keyfiyeti anlaşıldı. Acele şekilde karımı buldum. Kendisine vaziyeti izah ettikten ve artık bizim Anadolu’ya geçmekten başka yapacağımız bir şey kalmadığını anlattıktan sonra dedim ki:
‘Bugün yarın bizim matbaa – ev İngilizlerin ansızın bir hücumuna maruz kalacaktır. Benzerine bakarak biliriz ki gelenlerin gösterecekleri marifet korku ve dehşet salmaya çalışmak olacaktır. Mesela cümlesinin ellerinde göğüslerinize çevrilmiş tabancalar olacak, beni ararken sözleri ile ve hareketleri ile çok şiddetli olacaklardır. BUNLARI ŞİMDİDEN BİLİRSEN KORKMAZSIN. Senin korkmamaklığın kafi değildir. BİLHASSA ÇOCUKLARIN KORKMAMALARI LAZIMDIR. Bu dakikadan tezi yok onları korkmamaya alıştır. BANA GELİNCE, BÜYÜK İHTİMALLE, ALLAHAISMARLADIK!’