Refet Paşa ile Binbaşı Henry arasında dün başlayan İkinci İnebolu Görüşmeleri devam ediyor. Refet Paşa "Slav yayılmasına karşı ortak çıkarlarımız var. Kader birliği yapalım. Ancak bizim hayat hakkımızı tanıyın. Türkiye'yi yok eune politikasından vazgeçin. Bu sizin çıkannıza uygundur. İngiltere sermayesine kolaylık gösterebiliriz." dedi. Henry'nin raporu: "Refet Paşa tamamen samimi. Türkiye politikamızı değiştirelim". (Şimşir 3: 320) (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Bakanlar Kurulu'nun görev ve yetkileri ile ilgili kanun görüşmelerinde taruşmalar devam ediyor. Meclis'in aruk bir padişah istemediği, egemenlik yetkisinin Meclis'te olduğu, yeni bir diktatör yaraulmaması gerektiği gibi görüşler savunuldu. Hüseyin Avni Bey, Halifelik makamının kutsal ancak boş olduğunu söyledi. Hacı Tevfik Efendi de "Halifelik emaneti bizim elimizdedir. Tam ehlini buluncaya ve zamanı gelinceye kadar koruyacağız" dedi. (ZC l 4: 369; HM,YG: 29) (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Adana'nın boşalulması konusunda Adana'da görüşmeler başladı. Arıkara ile Adana arasında doğrudan haberleşme başladı. (YG: 27; HM, PS: 29) (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Trabzon'da 1 3. Tıimen Komutanlığı'ndan Doğu Cephesi Kumandanlığı'na (Oradan 30'da Ankara'ya) : Hilmi Bey, Enver Paşa'nın Anadolu kumandanlığı iki saatlik iş diyor. Yahya'yı kurtarmağa çalışıyor. Bunu esasından sarsmak, Kahya'yı Mıidafaa-i Hukuk'tan çıkarmak lazım. (Karabekir 3: 223) (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Vakit Başyazarı Ahmet Emin Bey (Yalman) Kastamonu'ya geldi. Buradan Ankara'ya gidiyor. Ahmet Emin Bey, 1 Kasım'da Malta'dan İnebolu'ya getirilerek İngiliz tutuklularla değiştirilmiş, ancak burada inmeyerek İstanbul'a dönmıiştıi. (AS: 29) (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Kazım Karabekir, Sarık.amış'ta, "Amerikalılar tarzında" 70 çocuklu anaokulunu bir konferansla açu. "Binden fazla çocuk babasıyım. Hayaumın en mutlu gıinleri." (Karabekir 1 : 97 1 ) (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Akşam: General Gouraud'un Adanalılara beyannamesi: Azınlıkların hukuku her surette teyid edilmiştir. -Emir Şamil'in şehrimizde bulunan hafidi Hamza Bey, Eorore gazetesinin bir muhabirine, "Türk ve Çerkezler, her zaman kardeştirler, lzmir'deki bir iki sefilin hareketi bütıin Çerkez ilemini müteessir etti" demiştir. (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Sürekli savaşın (8) daha pek çok şey üzerinde gözle görülür etkisi olduğu söylenebilir. Halkın büyük çoğunluğunun giysileri ve ayakkabıları çok kötü. Sokaklara diz çöküp oturan dilencilerin bolluğu da insanı etkiliyor. Hele sırnaşık bir biçimde peşinizi bırakmayan ve bahşiş (9) isteyen dilenci çocukların bolluğu... Bu gibi durumlarla Kafkasya’da da sık sık karşılaşılır. Kuzey Kafkasya’dan başlayarak ta buralara, Rusya'dan uzaklaştıkça gitgide daha da artarak ilerler. Bakû'da ve Tiflis'te dilencilik açıkça görünür, Batum’da biraz daha artar ve sonunda Türkiye'ye girerken varlıksız yaşamın karakteristik özelliklerinden biri olarak ortaya çıkar. Biz UkraynalIlar ve Rus- lar ne kadar iyiliksever olursak olalım biliriz ki, ekonomik yaşantımızın tüm yoksunluklarına rağmen, toplumsal eşitsizliğin ortaya çıkardığı bu en ayıp biçim bizler tarafından kabul edilmez hiç bir zaman. Burada, Türkiye'de ise bunun dinin etkisinden doğduğu söylenebilir. İslâm inanışı açısından bakıldığında sadaka vermek müminler için zorunludur. Böylece müslüman Doğu'nun sosyal yaşamının temellerinden biri yerine getirilmiş olur. Bunu, AvrupalIlar kolayca anlayamazlar. Burada sadaka yoksullarca dilenerek, vereni zorlayarak elde edilmiş sayılmaz. Onu sanki yasal hakları olan bir şeymiş gibi ister ve kabul ederler.
Bireylere tek tek bakıldığında, sokaktaki kalabalığı oluşturan kişilerin aşağı yukarı birbirine benzedikleri görülür. Kentte yaşayanların önemli çoğunluğu Türklerden meydana gelmiş. Giydikleri gelenekse] başlıkları (kırmız/, fesleriyle) hemen ötekilerden ayrılıyorlar. Türklerin yanı- sıra, sayıları gittikçe azalmasına rağmen Rumlar da giyiyorlar fesi. Ama onlarınki daha uzun. Bir de lâzlar var bu yörede. Bunlar Türkiye'nin Karadeniz Bölgesinin güney doğusundaki köylerde yerleşmişler çoğunlukla. Onlar da kendilerine özgü başlıklarıyla seçilebiliyorlar. Bir başlık ve başlarının çevresine sarık gibi bağlanan bir sargı. Bu sargının en belirgin rengi, koyu bazan da sarımsı gri. Lâzlar, ayrı bir dil konuşan gürcülerdir; hemen hemen eski ulusal benliklerini tümüyle yitirmişler ve artık Türk devletinin bu uçta en sağlam parçası haline gelmişler. Sayıca aşağı yukarı yarım milyon kişiler. Buniar son derece yiğit ve çalışkan insanlar; ordu için de mükemmel bir kaynak. İslâm dininin ve Türk devletinin desteği olma görevlerini yalnızca Lâzistan’da (10) değil, Türkiye'nin öteki bölgelerince de yerine getiriyorlar. Kısa bir süre önce Lazistan’ın en etkili önderlerinden biri olan Osman Ağa, (") gönüllü lozlardan topladığı bir kuvvetle, Türklere karşı ayaklanan Doğu Anadolu bölgesindeki Kürtleri ve Samsun sancağındaki (vilâyet) Rumları kan ve ateşe boğdu. Bu toplanan kuvvet oldukça düzenliydi. Doğu geleneklerine göre hareket ediyorlardı. Yani geçtikleri yerleri talan ediyorlardı. Her taraf bir mezar sessizliğine gömülüyordu; tam bir suskunluğa... Genellikle denebilir ki, ulusal tartışmaların, çağdaş Türkiye’de yerleşmiş tüm halklar tarafından kullanılan, çözümlenme bi- çimieri tekti ve son derece de basitti: Düşmanların tümüyle yok edilmesi. Bu konuda, hristiyan azınlıklar içinde örneğin Rumlar düşmanlarından çok daha önce davranmışlar ve ileri gitmişlerdi. Burada Konstantin (12) in savaşçılarının, zaptettikleri bölgelerde yaptıkları kahramanlıklar öylesine anlatılıyor ki, tarif edilemez. Onlar yalnızca aldıkları erkek esirlerin tümünü Yunanistan'a götürmekle kalmıyorlar, sistemli olarak önlerine gelen tüm köyleri yakıp yıkıyorlar, ortadan kaldırıyorlardı. Varını yoğunu yitiren, evsiz barksız kalan Türk göçmenler şimdi İstanbul ve Anadolu'nun içlerine kaçıyorlar.
(Kaynak: Frunze’nin Türkiye Anıları / Syf 20)
28 Kasım günü yapılan ikinci oturumda Refet Paşa, İngiliz politikası ve Türk-İngiliz ilişkileri tarihi üzerine oldukça uzun ir açıklama yaptı. Geleneksel Türk-İngiliz dostluğunu an attı. Bu dostluk, kuzeyden Slav yayılmasına karşı iki tarafın orta çı ar larına uygundu ve 1908 yılına kadar sürmüştü. O tarihten sonra İngiltere, Alman tehlikesine karşı Rusya’nın ittifakını yeğleyerek geleneksel Türk dostluğuna son vermişti. Şimdi durum yeniden değişiyordu. "Yeni Rusya eskisinden daha büyük tehlike olacaktı. İngiltere’yle Türkiye’nin çıkarları eski dostluğa yeniden dönmeyi gerektiriyordu. İki ülke arasında dostluk kurulabilmesi için İngiltere, Türkiye'nin hayat hakkını tanımalıydı. Yunanlar Anadolu yu ve Trakya’yı boşaltmalıydı. Panslav yayılmasına karşı İngiltere yle Türkiye birbirleriyle kader birliği yapmalıydılar. İngiltere, Türkiye’yi siyasi bakımdan yok etme (political extermination} planından vazgeçmeliydi. İngiltere, bu politikasını sürdürürse, Türkiye’nin elinde çeşitli kozlar vardı, İngiltere’yi birçok noktadan vurabilecekti. Ama böyle bir boğuşmadan yalnız İngiltere’yle Türkiye zararlı çıkacaklardı. Bunun çaresi, Türkiye’nin, hayat hakkının tanınması, dostu ve müttefiki olarak kabul edilmesi olacaktı. Türkiye’yle İngil- tere beraber olurlarsa İngiliz İmparatorluğu’nun çıkarları korunabilecek, güneye doğru Slav harekâtına karşı bir set çekilebilecekti Türkler artık eskisi gibi geniş bir imparatorluk istemiyorlar, Türk nufusunu bir arada toplayıp güçlenme amacı güdüyorlardı Ondan sonra da Türkiye’nin ekonomik kalkınmaya ihtyiacı olacaktı. Bu alanda Türkiye, İngiliz sermayesine kolaylık gösterecekti. Bu teklifler Refet Paşa’nın kendisinden geliyordu. Binbaşı Henry’nin bunları General Harrington’a anlatması uygun olacaktı. Harrington İngiltere’nin bu görüşleri tartışmak istediğini özel olarak temin ederse, Refet Paşa şahsen kendisiyle görüşecekti. Türkler İngiltere'den işaret bekliyorlardı. Refet Paşanın asıl üzerinde durduğu nokta şuydu: “Müttefikler bir konferansa gitmeden önce Türkiye'yle İngiltere kesin bir anlaşmaya varmalıydılar.
İkinci İnebolu görüşmesinin özü buydu. Ankara Hükümeti, yeni bir konferanstan önce İngiltere'yle anlaşma isteğinde görünüyordu.
(Kaynak: Sakarya’dan İzmir’e / Bilal Şimşir / Syf 241)