Ermeni Katolikleri ruhani reisi İskenderun'dan Paris'te Ermeni delegasyonuna yazdığı mektupta; Fransızların ve Tıirklerin ısrarlarına ve verdikleri gıivenceye rağmen Ermenilerin, yeni bir katliam korkusuyla Çukurova'yı terkeunekte olduklarını anlatu. Bugün Suriye'ye geçeceklerini bildiren mektupta Cahalicos, Ermeni milletinin bu "enkaz"ını kurtarmak için harekete geçmelerini ve sığınacak yer bulmalarını isteyerek şunları belirtti: "insanın doğduğu ve asırlardır ısurabına katlandığı topraklardan ayrılması ne acıklı bir şeydir. Şehir (Adana) az zamanda boşaluldı, şimdi aruk çauların alunda ışık, ocaklarda tüten dumanlardan eser yok ... Okullar kapandı ... " (Veou: 621 ) (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Franklin Bouillon, Fransızların Adana Konsolosu'nu lskenderun'a gönderdi. Konsolos Laporte, kaçmakta olan Ermeni liderlerle uzun bir toplanu yapu. Onlardan Çukurova'yı terketmemelerini, gidenlerin de geri dönmesini istedi. Bu kaçışın Fransa'ya sadakatsizlik olduğunu söyleyerek "Kilikya'da Fransızlar sizin için 5.000 evladını verdi" dedi. Sis Başpapazı, Türk Hükümeti'ne güvenilemeyeceğini,hayatları için garanti olmadığını söyledi. "Ateşkesten beri 30.000 Ermeni, Fransızlar için canını vermiştir" dedi. Adana'yı terkeden Ermenilerin sayısı Ferda gazetesine göre 49.000. (Ener: 155; Ener 2: 286) (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Frunze başkanlığındaki Ukrayna Kurulu, Trabzon'dan Samsun'a hareket etti (Fnmze: 23) . (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Açaksöz'de 1. Habib: Sahil Rumları, yalnız vatandaşlıktan ayrıldıklarını ilan eunediler, aynı zamanda düşmanımız olup boğazımıza sarıldılar. (Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Yenigün: Anbean Adana'nın teslimi haberi bekleniyor. Heyet-i mahsusa Adana'ya vasıl olmuştur. -Kilikyalıların Başkumandanımıza şükranları. -Yunus Nadi, Türk-Fransız Anlaşması üzerine diğer devletlerin telaşını yorumluyor: Kavga bizim yorgan üstünedir. Fakat yorgan şimdi daha ziyade bizimdir(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Trabzon'da kaldığımız dört günlük süre içinde bura nın bütün ileri gelen yetkilileriyle tanışma olanağı bulduk. Bu arada sosyal kuruluşların yöneticileriyle de tanıştık. Trabzon Valisi, Padişahlık döneminden kalma yaşlı, kerli ferli bir memur. Kırk yıllık görevi sırasında hemen hemen OsmanlI İmparatorluğunun tüm bölgelerini dolaşmış, en önemli görevlerde bulunmuş. İstanbul’un İngiliz- ler tarafından işgalinden sonra hemen, Damat Ferit Pa- şa’nın (15) İngiliz yanlısı kabinesinin bütün düşmanları gibi tutuklanmış ve sekiz ay hapiste yatmış. Hapisten çıkınca Anadolu’ya kaçmış ve Trabzon Vilayeti (ıc) Valiliğine atanmış. Çok ölçülü bir adam olduğu ve başlangıçta bizim heyete kuşkuyia baktığı halde sonradan, tam bir güvenle yaklaştı. Böylece onunla çok sıkı dostluk ilişkileri kurduk. Kentte Validen sonra ikinci en önemli kişi, 13 üncü Tümen Komutanı Albay Sabit Sami Bey'di. Onunla biraz daha geç tanışabildik. O sırada kentte yoktu çünkü. Trabzon bölgesi yakınlarını egemenliği altına alıp korkudan titreten Kurban adlı birinin çetesini yakalamakla meşguldü.
Sami Bey son derece aydın ve kültürlü bir insan. Fransızca ve Almancayı çok iyi konuşuyor. Yalnız kendi yurdunun değil, öteki ülkelerin de siyasal yaşamını yakından izliyor. Ayrıca toplumsal sorunları çok iyi kavramış. Komünist programla ilgilenmiş. Bizim işlerimiz hakkında da doğru ve yerinde düşünceleri var. Diyor ki, «Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında kurulacak dostluk ve yakınlık fikri gerek orduda, gerek halkın büyük çoğunluğu üzerinde derin izler bırakır.»
Daha sonra «Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti»nin buradaki yöneticileriyle tanıştık. Bu, parti kuruluşundan ayrı, Türkiye’nin ulusal kurtuluşu temeline dayanan ve şimdi Anadolu'nun kent ve köylerinde giderek dal budak salan bir dernek. «Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti(17) rusçaya çevrildiğinde «Hakların Korunması» anlamına geliyor. Başında Mustafa Kemal var. Bizdeki komünist partisinin rolünü oynuyor burada, ya da kurucusunun düşüncesine göre, böyle görünmek zorunda. Biraz olsun partiyi andıran karaktere bürünmemiş. Daha çok bizde emperyalist savaşlar (Zemsoyuz, Zemgora gibi) sırasında doğan derneklere(18) benziyor. Yalnız politik yanlan daha belirgin ama program müphem ve karanlık. Şu ilkeler saptanmış temel olarak: 1.) İş ilkesinin hak olarak tanınması 2.) Yasama ve yürütme görevlerinin, Sovyet iktidarında olduğu gibi seçimle gelen tek bir organda birleştirildiği yeni rejim biçiminin yaratılması, 3.) Bu tür yönetime göre mahalli özerk yönetim örgütleri kurulması, 4.) Yurdun kurtuluşu ve bağımsızlığın sağlanması için ulusun tüm güçlerinin birleştirilmesi, 5.) Ülkenin ekonomik gelişmesi konusunda devlet teşebbüsünün geniş ölçüde artırılması.
Bu komitenin üyelerinin bir kısmı seçilmiş, bir kısmı ise Ankara tarafından atanmış kişiler.
«Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti»nin yerli komitesi bizim heyetin gelişi onuruna bir öğle yemeği verdi. Yemekte tüm yerli erkân, komite üyeleri ve belediye örgütü yöneticileri hazır bulundular. Yemekten önce ve sonraki bütün konuşmalar karşılıklı bilgi verme şeklindeydi. Rusya'daki ve öteki Sovyet ülkelerindeki durumla çok ilgilendiler. Genellikle Ukrayna'yı, Ukrayna ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkileri, Ukrayna halkını, dilini, v.s... sordular. Komite üyeleri yalnız biri dışında, pek kaliteli değil. O da Millet Meclisinde, Trabzon yöresinden Milletvekili olarak buiunuyor. Bunların toplumdaki yerine bakılacak olursa çoğunlukla tüccar. Birkaç tanesi Hristiyan. Ama onları göremedik. Burada yönetimde etkin olan kişiler öncelikle ticaretle uğraşanlar, sonra da din adamları. Komite yalnız başına özel bir rol oynamıyor, iktidarın elinde uysal bir alet durumundalar. Bizim ekonomi politikamız, din görüşlerimiz ve yönetim düzenimizdeki sorunlarımıza özel bir ilgi duyuluyor. Ukrayna ve Rusya’ya karşı duydukları ilgi tam anlamıyla dostça. Bu dostça ilgi tüm kent halkı tarafından gösteriliyor. Her yerde, heyetimizin bütün üyelerini güler yüzle karşılıyorlar ve birbirleriyle yarışırcasına yardım etmeye çalışıyorlar.
Dikkatimizi en çok çeken şey, kentlerde ve köylerde, bizim ordumuzun (ıs) çekilirken geride bıraktığı muazzam askerî malzemenin varlığı. Hemen hemen attığınız her adımda bunlarla karşılaşıyorsunuz. Bize tahsis edilen araba eski Rus malı, arabaya koşulu at, kente köylüleri getiren yük arabalarının çoğu bizim eski katarlardan kalma, evlerdeki telefonlar bizden arta kalanlar; daha bunun gibi pek çok şey... Bütün bunların savaşta yedek olarak kullanılacağını düşünerek memnun olduk. Ancak limana rasgele yığılmaları hiç hoş değil. Hemen hemen yüz kadar dekovil lokomotifi, pek çok vagon, binlerce travers, sayısız dağınık ray gibi pek çok değerli mal atılmış. Ve bütün bu malzeme beş yıldan beri burada çürüyor, paslanıyor ve hiç bir işe yaramadan yağmalanıp gidiyor. Yalnız kısa bir süre önce Sivas’la Samsun arasındaki demiryolunun kurulması için bu malzemenin bir kısmını Samsun'a götürmeye başlamışlar. Yerli yöneticilere bu malzemeden niçin bu kadar süredir yararlanılmadığını sordum. Anlaşıldığına göre 1920 yılına değin Türkler bunları kullanma haklarına sahip değillermiş. Çünkü İngiltere bu malzemeyi bizim Beyaz orduya vermeyi düşünerek el koymuş. Denikinov ve Vrangelevcilerin ortadan kaldırılması Türklere bunları kullanma olanağını sağlamış. Ama malzemelerin büyük bir kısmı artık kullanılamaz bir biçimde mahvolmuş.
(Kaynak: Frunze’nin Anıları / Syf 25)
28 Kasım’da Sheffield Independent. önemli bir hadiseyi aktanyor. Yanlış at başlığı alan gazete: Fransa Başbakan. Briand kara Anlaşması’ndan dolayı duyduğu huzursuzluğa karşılık açıklamalarına yer veriyor. Habere göre Türklerle görüşmeler konusunda George’a Bouillion bilgi veriyor. Buna karşılık Lloyd George. Briand'ın yanlış atı desteklediğini açıklayınca Briand, George'ye Tavşan-kaplumbağa hikayesini hatırlatıyor ve kaplumbağanın kazanacağına inandığını ifade ederek olayların bu öngörüyü haklı çıkardığını belirtiyor. Anlaşmanın, İngiltere’nin çıkarlarına zarar vermediğini vurgulayan Briand sözlerine, İngiltere, sıkıntılarının üstesinden gelmek için Mezopotamya da Faysal tahta geçirdiğinde Fransa İngiltere'yi suçlamadı. Haklı olarak Fransa barış yaptığı için suçlanamaz. Savaş istemekle ayıplamıştık. Büyük bir ordu tutmakla ayıplanmıştık. Şimdi barış yaptığımız ve Suriye 'deki askeri gücümüzü 100 binden 30ya da 20 hine düşürdüğümüz için ayıplanabilir miyiz?” şeklinde devam ediyor. Gazete İngiltere'nin Fransa 'ya uzun bir not yolladığını da yazıyor. Yapılan anlaşmanın, Ankara hükümetinin meşruluğunun tanınması anlamına gelmediği ifade edilirken; İngiltere'nin, bu anlaşma ile azınlıklara verilen korumanın teorik olduğunu ve bunu genel bir anlaşmayla güçlendirmenin uygun olacağını bildirdiği aktarılmakta. Kemalist hükümet ile Fransız hükümeti arasında hiçbir gizli yazışmanın olmadığı hususunda Fransızların verdiği güvenceden dolayı İngiliz hükümetinin memnun olduğu da ayrıca belirtilmektedir.
Böylece bu kıymetli haber ile şu üç durum açıklığa kavuşmaktadır; Birincisi Faysal m Irak’ta yeni devletin başına geçmesi sonrası (23 Ağustos tarihli haber) Fransa’nın bunu ne kadar içerlemiş olduğu, Fransa Başbakanı Briand’ın "İngiltere, sıkıntılarının üstesinden gelmek için Mezopotamya 'da Faysal 7 tahta geçirdiğinde Fransa İngiltere'yi suçlamadı. " ifadeleriyle anlaşılmış bulunuyor.
İkinci nokta, yanlış at ifadesini kullanan İngiltere başbakanının Fransa’nın politikalarını açıkça eleştirmiş olması ki bu eleştirilerin devamı basında ve halk kanadında görülmeye devam edecek.
Üçüncü nokta ise Ankara ve Fransa hükümetleri arasında anlaşmayı etkileyecek herhangi bir gizli anlaşma yapılmadığına dair Fransa'nın resmî olarak İngiltere’ye bilgi ve güvence vermiş olmasıdır. Bu noktada anlaşma yapılmasına rağmen bunun Ankara hükümetinin tanındığı anlamıma gelmediği ifadesinin içi boştur. Nitekim sonraki haberde de görüleceği üzere Ankara Anlaşması; Mustafa Kemal Paşa ile Fransa arasında değil, Ankara hükümeti ile Fransa arasında yapılmıştır ve taahhütleri de hükümet vermiştir. Özetle İngiltere’nin ‘’Faysal ayıbına” Fransa, Ankara Anlaşması ile karşılık vermiştir, vermeye devam da edecektir.
(Kaynak: İngiliz Basınında Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa / Ertürk Özel)
29 Kasım sabahtan itibaren dairede meşgul oldum. İki gündür İnebolu'da bulunan Refet (Bele) Paşa'dan, beraberinde olan İngilizlere dair henüz, müspet bir malûmat alınmadı. Gerçi İngilizlerin ticaret maksadıyla geldikleri haberi varsa da, acaba doğru mu? İstanbul'daki İngiliz fevkalâde komiserliği ise hiçbir İngiliz'in, müzakere için Anadolu'ya gitmiş veya gönderilmiş olmadığını hem de gazetelerle ilân etmiştir.
(Kaynak: Siyasi Hatıralarım / Rauf Orbay / Syf 478)