Afyon yakınlarında Sivridede tepesinde Halit Bey'in Yunanlılarla çarpışması ve Yunanlıları püskürtmesi...
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Öğüt: Atina'da kimse Kral'ın yüzüne bakmıyor. Karşılama törenine halk katılmadı.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü / Zeki Sarıhan)
Beşinci Süvari Kolordusu Yunanlıların yeni bir taarruzuna karşı koyabilmek için Ordulara, Ekim 1921’de yeni tertipler aldırılmıştır. Buna göre Ordunun büyük kısmı Çay, Bolvadin bölgesinde toplanmış ve tertiplenmiş, Afyon’un güney kesiminde ise pek az bir kuvvet bırakılmıştır. Aynı şekilde, düşman da kuvvetinin büyük bir kısmını Afyon’un kuzey bölgesine intikal ettirmiştir. Bu son yığınak durumundan istifade ederek, düşmana yeni bir tertip ile taarruz etmek için bir plan hazırlanmıştır. Buna göre, Ordu’nun büyük kısmını Afyon’un güneyinde toplamak, buradan baskın tarzında Dumlupınar istikametinde taarruza geçmek ve Beşinci Süvari Kolordusu nu da Ahır dağlarından Sinan Paşa Ovasına geçirerek düşmanın yan ve gerilerini vurup İzmir ile irtibatını kesmek, planın esasını teşkil etmektedir. Cephenin güney kesiminden taarruz etmesi planlanan Beşinci Süvari Kolordusunun, birkaç aydan beri Ilgın’da bulunduğu, düşman tarafından da bilinmektedir. Beşinci Süvari Kolordusu, Ilgın’dan kuzeye de güneye de aynı zamanda gidebileceği için, bir harekât esnasında bu Kolordunun hangi istikamette kullanılacağının düşman tarafından kestirilmesi güçtür. Ancak, Beşinci Süvari Kolordusu, ileri harekâta başladığı takdirde, Mersin bölgesinden sızdırıldığı tahmin edilen karşı taraf casus teşkilatı ile Yunanlıların bu harekâtı öğrenmeleri ihtimali bulunmaktadır. Süvari Kolordusunun harekât istikameti hakkında düşman casuslarını şaşırtmak ve aldatmak maksadıyla, Kolordunun kuzey Aziziye mıntıkasına hareket edeceği haberi etrafa yayılmıştır. Hatta bu şayiayı daha geniş bir bölgeye yaymak için, Konya ve Adana bölgelerine vazifeli personel gönderilmiştir. Harekâttan birkaç gün önce de Kolordu Karargâhı için Aziziye’de bina hazırlanması hususunda bir telgraf da çekilmiştir. Yayılan bu yanlış haberler neticesinde Yunan Başkomutanlığı, Beşinci Süvari Kolordusunun hareketi ve dolayısıyla kullanılma yeri hakkında zamanında haber alamadığı için yanılmış ve Kolordunun harekâtına ve başarısına mani olamamıştır564. Tarihte cereyan eden muharebelerde, Düşman Ordusu ihtiyatlarının nerede, ne zaman ve nasıl kullanılacağı konusu, komutanlık karargâhlarını en çok meşgul eden hususlardan birisi olmuştur. (Tersi durum da karşı taraf için geçerlidir.) İhtiyatın harekât tarzını doğru olarak tahlil eden taraf ile ihtiyatının harekât tarzını karşı tarafa hissettirmeden uygulayabilen taraflar, çoğunlukla zafere ulaşmıştır. İşte bu noktada tarafların istihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetlerini ne kadar etkili ve doğru kullanabildikleri devreye girmektedir. İstihbaratınız kuvvetli olabilir ve karşı taraf ihtiyat ve cephe birlikleri hakkında bilgi edinebilirsiniz, ancak istihbarata karşı koymanız zayıf ise, karşı tarafa yönelik istihbarattan elde ettiğiniz bilgilerin bir anlamı kalmayacaktır. Buradaki olayda, Beşinci Süvari Kolordusunun nerede, ne zaman ve nasıl kullanılacağı düşman tarafından öğrenilememiştir. Düşman hakkında toplanan iyi istihbarat sayesinde tespit edilen açıklar, en uygun harekât tarzının seçilebilmesini sağlamıştır. Dumlupınar istikametinde geliştirilen taarruzun başarıya ulaşmasından, Türk Ordusunun, istihbarat ve istihbarata karşı koyma çalışmalarını başarıyla icra ettiği sonucuna varılabilir (Kaynak: Milli Mücadele Dönemi İstihbarat Faaliyetleri / Serdar Yurtsever / Syf 144) BATI CEPHESİ KUMANDANLIĞIMA* (6 EKİM 1921) 1. Orduca yeniden harekâta başlamak için gerekli hazırlığın 10 güne kadar sona ereceği ve ordu büyük kısmı ile Afyon kesiminde faaliyete geçmek ve Eskişehir'e karşı bir iki tümen terk etmenin mümkün olacağı tahmin ve tasavvur edilmektedir. 2. Bu harekâtta ordunun bir kısım kuvvetine komuta etmek suretiyle İhsan Paşa’dan büyük ölçüde faydalanmak arzuya şayandır. Bunun için Ali İhsan Paşa'yı Güney Cephesi Komutanı unvanı ile şimdiden Afyon'daki kuvvetlerin başına memur etmeyi uygun düşünüyoruz. Ordu büyük kısmı Afyon'a intikal ettiği takdirde siz de karargâhınızı oraya götüreceğinizden, Afyon kesiminde toplanmış olacak kuvvetlerin iki ordu halinde bölünmüş ve Başkomutanlığa bağlı olarak sevk ve idare edilmesi uygun görülmektedir. 3. Kesin karar vermek üzere de düşüncenizi bekliyorum. (Kaynak: Atatürk’ün Bütün Eserleri / Cilt 12)
KARADENİZ'İN ÖTE YAKASINA Bîzler kendi işlerimize öylesine daimisiz ki, dikkatlerimizi bir an olsun bizim dışımızda olup biten olaylara çevirmeyi akıl edemiyoruz. Ancak, 'bir tehlike gelebilir’ düşüncesiyle oisa gerek, yalnız Batı komşularımızı, o da bilinen ölçülerde izleyebiliyoruz. Güney ve Doğu sınırlarımızın ötesinde olanlardan ise çoğunlukla ya hiç, ya da çok az bilgiye sahibiz. Oysa hem, politik ve ekonomik çıkarlarımız açısından hem de dünyadaki kurtuluş hareketlerinin geleceği açısından bu olaylar büyük ilgi çekmektedir. En yakın güney komşumuz olan, TÜRKİYE bu konuda özellikle önemlidir bizim için. Orada da emperyalistlerle yapılan savaşın hemen ardından halk yeniden silâha sarılmak zorunda kaldı. Ve topların gürültüsü şu ana değin hâlâ kesilmedi. Başında Sultan V. Mehmet’in bulunduğu Türk yönetimi, 1918 yılı sonunda Dünya Savaşından, galip Antantın ([*]) insafına sığınmış bir durumda çıkmıştı. İmzaladıkları silâh bırakışması sonucunda galip devletlerin kendi aralarındaki anlaşmalarda Türkiye’nin bağımsızlığı kesinlikle ortadan kaldırılıyordu. Antant'ın askerleri Çanakkale ve İstanbul boğazlarını işgal ettiler. 1920 yılı Ağustosunda anlaşmanın yenilenmesi Sevr'de yapıldı. Artık hiç bir etkinliği kalmayan başkent İstanbul ile birlikte Türk topraklarının büyük bir bölümü Türklerin elinden alınmış ve galip devletler arasında paylaşılmıştı. Böylece İngiltere’nin payına Mezopotamya, Filistin ve Arabistan; Fransa’nın payına Suriye, İrak ve Küçük Asya yarımadasının büyük bir bölümü; Yunanistan’ın payına ise İzmir ile birlikte Küçük Asya’nın batı kısmı ve Türkiye’nin egemenliğindeki Balkan yarımadasının güney-doğu kesimi (Edirne ile birlikte Trakya) düşmüştü. Türkiye’nin geri kalan kısmı (Anadolu) da bu devletler arasında -sözde- bağımsız sayılarak bölgelere ayrılmıştı. Oysa demiryolları, endüstri fabrikaları, maliye gibi şeylere Antant’ın borsacıları tarafından zafer sarhoşluğu içinde elkonulmuştu. En kaba kuvvet gösterileri, yağmalar ve hakaretler insan aklının alamayacağı kadar almış yürümüştü. Bütün bunlardan, yıllardır süregelen savaşlardan Balkan ve son olarak da Tüm Avrupa) yorgun düşen ülkenin bezginliğine rağmen, Türk ulusunun büyük çoğunluğu istilâcılarla açıktan açığa savaşa girişti. İstanbul'da İngiliz Fransız süngüsünün «kibirli» himayesi altında oturan resmî Türk yönetimi, anlaşılmaz bir vurdumduymazlıkla bütün bu hareketlere duygusuz kalıyordu. Bu nedenle kurtuluş harekâtı bu yönetimin dışında ve bu yönetimin karşısında olarak gelişti. Giderek de açık bir devrimci karakter kazandı 1919 yılı sonlarında Küçük Asya'nın içerilerinde, Erzurum ve Sivas’da Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan hoşnut olmayanlar bir araya gelmeye başladılar. Bu hoşnut olmayanların başında gözde Türk Generallerinden
biri bulunuyordu: Mustafa Kemal Paşa. Antant'a karşı savaş onun ve arkadaşlarının önderliğinde, «Türkiye'nin Ulusal Kurtuluşu» adı altında düzenlendi. Bu hareket çok çabuk genişledi ve ağır ağır tüm Küçük Asya’yı sardı. Anadolu'nun ortasında, Ankara da Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantıya çağrıldı. Böylece Mustafa Kemal’in bu çağrısı yeni devrimci Türk yönetimini oluşturuyordu.
Sultanlık, kısa süre içinde topraksız, askersiz, halk- sız ve mali olanaklardan yoksun kalıvermişti. İstanbul'da bulunması nedeniyle de tümüyle Antant'ın, özellikle İngiltere’nin baskısı altındaydı. Bunun sonucunda, onun tüm ağırlığı ve önemi Türk Ulusunun her tabakası ve sınıfı arasında bir anda kayboluyor, sıfıra iniveriyordu.
Böylece 1919 yılı sonlarına doğru biz iki yönetim merkezi görüyoruz Türk topraklarında: Biri, Avrupa ve öteki burjuva ülkelerinin tanıdığı İstanbul hükümeti, öteki ise asıl etkili olan ve tüm Türk halkının tanıdığı, ama Antant tarafından kabul edilmeyen merkez, Ankara’daki hükümet.
Eğer biz bu devrimci hareketin sosyal sınıfsal içeriği açısından değerlendirmesini yapmak istersek şunu önceden bilmeliyiz ki, burada bizim bildiğimiz, devrim deyince aklımıza gelen, bizim verdiğimiz savaşın deneylerinden çıkanlara benzer bir durum göremeyiz.
Bu hareket açık bir ulusal anlam taşır ve yabancı istilâcılara karşı girişilen bir harekettir. Bu hareketin dayanağı önemli bir çoğunlukla Türk subayları, memurları ve köy ile kentlerin emekçi kitlesi olmuştur. Yalnız sınıfsal gruplar bu arada, daha açıkça daha ayrıntılı olarak biçimlenmeye başlamıştı. Bu da Anadolu köylüsü için, asıl kaynak ve temelde gitgide daha çok etkisini gösterdi. Yönetim genellikle kendi sınıfsal durumunun gerektirdiği partinin ellerinde bulunuyordu. Bu, tıpkı bizim 1905 devrimin- deki partiye benziyor.
Ankara hükümeti yeni devlet kadrosunu kurarak kısa sürede hatırı sayılır bir silâhlı güç yaratmayı ve kendi ülkelerini işgal edenlerle aktif çarpışmaya hazırlanmayı başardı.
Türkiye'de halklar arasındaki büyük hırçınlıklar Yunan ordusunun harekete geçmesine sebep oldu ve 1919 yılında İzmir bölgesi işgal edildi. Bütün bu bölgedeki Türk köyleri üzerine yapılan aşırı baskılarda büyük bir hataya düşüldü. Bu sakin insanlara yapılan katliam, onların mal ve öteki değerlerine yapılan yağmalar... Bunlar bütün Türkiye'de geniş bir yankı uyandırdı ve Yunanlılara karşı Ankara hükümetinin askerleri tarafından açık bir askerî harekete girişilmesine sebep oldu.
Yeni Türk hükümetinin karşısına Yunanlılardan başka bir de Doğu sınırında savaş çıkartılmıştı. Orada Ermenistan Taşnakları vardı ve Yunanlılarla birlikte Türkiye'de ve Kafkasya'da Antant'ın silâhlarıyla beslenerek savaşıyorlardı.
Ermenilerle savaş çok çabuk olup bitti ve Türkler için tam bir başarıyla sonuçlandı. Ermeni Taşnak orduları 1920 yılında indirilen son bir darbeyle dağıldılar ve bilindiği gibi devrimle kurulan Sovyet Ermenistan Cumhuriyetine geldiler. Sovyetler Birliği’nin aracılığı ile Ankara Hükümeti ve Sovyet Ermenistan'ı arasında barış yapılması sağlandı. Böylece o andan beri orada çok iyi dostluk ilişkileri kuruldu. Yalnız Küçük Asya'da işler hep böyle iyi yürümedi. 1921 yılı aralıksız askerî hareketlerle geçti.
Gerçi bu hareketlerde Türkler sık sık askerî başarılar kazandılar. Ama bu ana değin kesin bir zafer elde edemediler. Dinmek bilmeyen çarpışmalar şu anda alabildiğine genişliyor ve görünüşe göre Türklerle Yunanlılar arasındaki kesin savaşa doğru gidiyor. Aynı yılın 10 Temmuz’unda Yunan ordusu, başlarında bizzat Kral Konstantin olduğu halde, İsmet Paşa'nın, Mustafa Kemal Paşa'nın kumanda ettiği. Batı Ordusu üzerine kesin bir saldırıya geçti. Bu saldırı ile Temmuz'un sonlarında Yunan Ordusu, Türk Ordusunun elindeki en önemli stratejik noktaları ele geçirmeyi amaçlıyordu. Böylece Bağdat demiryolunun Küçük Asya bölümü, kuzeyde Adapazarı’ndan başlayarak Afyonkarahisar'a değin aradaki tüm bölgeler, yani Türk Batı Cephesi karargâhının bulunduğu Eskişehir, Yunanlılarca alınmış oldu. Yunan kaynaklarına göre, bu başarılar sonucu pek çok tutsak ve teknik araçlar elde edilmişti. Yunan Orduları bir süre durduktan sonra Ağustos ortalarında yeniden, daha ileri saldırıya geçtiler. Asıl görevleri olan işgali bir yana bırakarak Anadolu Türkiye- sinin başkenti olan Ankara’ya yöneldiler.
Ankara’dan yüz verst kadar uzaktaki Sakarya nehri kıyılarında Ağustosun ikinci yarısında yeniden en şiddetli muharebeler başladı. Bu muharebeler sonunda Yunan ordusunun taarruzu başarısızlığa uğradı. Ankara'ya 50 verst kadar yaklaştıkları halde Yunanlılar geri çekilmek zorunda kaldılar. Son bilgilere bakılırsa bu geri çekilme yer yer düzensiz oluyor ve önemli ölçüde teknik araçlar bırakıyorlarmış arkalarında. Böylece Yunanlıların Adapazarı - Afyonkarahisar - Eskişehir arasındaki demiryolu hattında da tutunamayacakları ve eski hatlarına (Adranos hattına) çekilecekleri bekleniyor. Yani Ankara'dan 350 verst uzağa.
Uzun hazırlıklar sonunda büyük kuvvetlerle girişilen bu başarısız Yunan taarruzunun tekrarlanabileceği sanılmıyor. Daha bu yılın ilk baharında Türk Cephesini yarma denemesi yapılmış, başlangıçta birtakım başarılar da elde edilmiş, ama sonunda durmuş ve Yunan ordusu büyük bir bozguna uğramıştı. Böylece Batı Cephesinde, son Yunan saldırısına değin süren bir barışın şimdi yeniden kurulması gerekiyor. Mustafa Kemal Paşa ordularının da Yunan Ordusunu tümüyle kırabilmesinin mümkün olmadığı düşünülüyor.
Son zamanlarda İstanbul kaynaklarından alınan haberler, Yunan ordusunun bir çevirme harekâtına giriştiği ve bu ordunun imha hareketinin kaçınılmaz olduğu yolundaydı. Kuşkusuz bunlar abartılarak anlatılıyordu. Bu arada Türk askerleri de ne sayı, ne de teknik araçlar bakımından Yunan ordusu gibi olanaklara sahip değildi. Tâ içerlerde son ve kesin darbeyi vurmaya hazırlanıyorlardı. Yunanlıların bu üstünlüğü İngilizlerin tüm olanaklarını onlardan yana kullanmasından ileri geliyordu.
Buna karşılık Yunan ordusunun moral durumu, Kemalistlerin coşkun fikirlerinin yanında çok düşüktü.
Böylece bir silâhlı çarpışmanın yakın bir gelecekte çıkabilmesi olanağı yoktu. Bu koşullarda diplomasi alanından yararlanılması kaçınılmaz olmuştu.
Sorunun diplomatik yollarla çözümlenebilmesi için Antant tarafından bir denemeye girişildi. Aynı yılın başlarında Londra'da, İstanbul hükümetinden, Ankara hükümetinden ve Yunanistan'dan katılacak delegeler bir özel konferansa çağrıldılar. Bu konferans tam bir başarısızlıkla sonuçlandı.
Bütün bu denemelerin nasıl sonuçlanacağı, tüm olasılıkların ilerde nasıl bir durum göstereceği anlaşılıyordu. Ne olursa olsun şimdiden Antant'ın diplomatik çabalarının bir sonuç vermeyeceği söylenebilirdi.
Mustafa Kemal Paşa hükümeti olayların ilerde nasıl gelişeceğini bekleyebilirdi. Onun askerî durumu hiç de kaygı verici değildi. Nasıl olsa olaylar geriye dönmez, bizim yargımıza göre Yunan kuvvetleri herhangi bir başarı elde edemezdi artık. Onlar Antant'ın yardımına daha fazla bel bağlayabilirler miydi?.. Diplomatik alanda evet, ama askeri alanda hiç bir zaman!..
Antant’ın bu Yakın Doğu işi de tıpkı bütün öteki işleri gibi bir hiçti. İngiltere, Fransa, İtalya, hepsi de kendi çıkarlarını gözeten politikalarıyla, birbirleriyle ilişkilerinde çatışmaya başlamışlardı bile.
Yakın Doğudaki egemen durumunu sağlamlaştırmak isteyen İngiltere, bir taraftan Ankara hükümetine hoş görünmeye çalışırken bir yandan da Yunanistan, Fransa ve İtalya'nın kendisine destek olmasını sağlamak istiyordu. Elbette gerek bu oyunların, gerek İngiltere'nin Yunanistan'la yüzleşmesinin, yağmacı burjuvazi açısından iyi sonuçlar vermeyeceği muhakkaktı.
Kemalistler bağımsız Türkiye’nin yeniden kurulmasını istiyorlardı. Hattâ Arap vilâyetlerinden bile vazgeçmişlerdi. Ama bu istekleri de tüm Antant ülkeleri tarafından çözümlenmesi olanaksız bir karşı çıkmayla karşılanmıştı. Sadece emperyalizmin iflâsı birçok sorunların çözümlenmesine olanak verecekti.
«Komünist» Gazetesi
Sayı : 223
6 Ekim 1921
(Kaynak: Ukraynalı Devrimci Lider Frunze’nin Türkiye Anıları / Kasım 1921-Ocak 1922)
[*] Antant: Birinci Dünya Savaşında üçlü itilâf devletleri: İngiltere, Fransa ve İtalya. [3] Verst: 1060 metreye eşit Rus uzunluk ölçüsü birimi.