Yunan Başbakanı Kalogeropulos, Sevr Anlaşması'nda yapılması düşünülen değişiklik önerilerini Yunan Parlamentosu'nun 28 Şubat'ta oybirliği ile aldığı karara dayanarak reddetti. Yunan çoğunluk lideri Gunaris, Atina'dan Londra'ya hareket etti.
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 3 / Zeki Sarıhan)
Papulas, Yunan Genelkurmay Başkanlığı'ndan takviyenin hızlandırılmasını istedi, birliklere de saldırıya hazır olmaları emri verildi. Saldırı, 31 Mart/1 Nisan'da Türklerin İkinci İnönü Zaferi'yle sonuçlanacaktır
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 3 / Zeki Sarıhan)
Yunan uçakları, Çerkez Ethem imzalı bir bildiriyi Bozöyük üzerinde Türk mevzilerine attılar. Bildiride Ethem'in 29 Aralık 192o'de Meclis Başkanlığı'na çektiği telgrafa yer verilerek, bu telgrafa göre hareket edilseydi, bu son fırsatın kaçırılmayacağı, askerlerin de kalp huzuru ile memleketlerinde ışınin, çoluk çocuğunun başında bulunuyor olacağı ileri sürüldü
(Kaynak: Kurtuluş Savaşı Günlüğü 3 / Zeki Sarıhan)
Bugün Ankara’da birtakım söylentiler dolaşıyor. Her taraftan bakanlarla milletvekillerinin arabaları geldi, subaylar Millet Meclisi’nin bahçesine atlarla geldiler ve İstiklal Mahkemesi’nin bulunduğu binanın önünde durdular. Halk da binanın girişi önünde toplandı ve çok demokratik bir biçimde, gazeteciler, subaylar, bakanlar ve milletvekilleri, halkı yavaşça iterek, pencerelerden atlayıp içeri girdiler.
Binanın içinde o kadar çok insan var ki, kapı ve pencerelerin açık olmasına rağmen, nefes almak bile zor. Etrafa konan merdivenler salkım salkım insan dolu, her an bir kaza olabilir. Kalabalıkta bazen boydan boya bir dalgalanma oluyor, herkes birbirini izliyor, sanık yanındaki jandarma ile kalabalığın üzerine çıkmış gibi görünüyor, fakat Ankara’daki disiplin her şeye hakim, dalga hedefine varmadan duruyor.
Mustafa Sagir, Hintli bir Müslüman, hakimlerin önünde yalnız kaldı. Şimdi halk onun tertiplediği olayları adları, rakamları ve İngilizlerin İslam ülkelerindeki entrikalarını dinliyor; onların yöntemlerini, hilelerini öğreniyor.
Bu heyecanlı duruşmadan, siyasi bilimler konusunda ne güzel bir ders alınabilir? İngiliz emperyalizminin bu büyük davasını o da kelimeleri yutarcasına dinliyor. İngiliz casusluk örgütü İntelligence Service’in yapmış olduğu planlar kendisine açıkça anlatılınca, vücudu titremelerle sarsılıyor ama hiç istifini bozmuyor ve sesini çıkartmıyor.
Mustafa Sagir, canını kurtarmak için bütün zeka ve maharetini kullanıyor. Kendisine yöneltilen sorulara cevap veriyor, konuşurken kelimelerin heceleri üzerinde duruyor ve sonunda itiraf ediyor. Bu kalabalığa rağmen salon o kadar sessiz ki, birisi kuvvetlice bir soluk alsa duyulacak. Astragan kalpaklar, sarıklar, Asya’ya özgü kıyafetler, Avrupalı kıyafetleri birbirine karışmış, dikkatten gerilmiş yüzlerden ter damlaları düşüyor.
Bugün sorgusunu yapan hakim kendisine karşı çok nazik davranmakta. Hareketlerine ve sözlerine son derece hakim olarak çabuk, kısa cümlelerle, tebessüm ederek sanığı sıkıştırıyor. O da, aynı şekilde tebessüm ederek çok nazik bir biçimde cevap veriyor. Bu mücadele çok heyecan verici.
Mustafa Sagir oldukça genç bir adam. Oxford Üniversitesi’nin bir mensubu gibi konuşuyor. Çok güzel yazıyor. O kadar ki, anlatış tarzından hocaları kendilerine bir şeref payı çıkarabilirler. Savunmasını okudum. Bu müthiş bir belge. Kendi eliyle, Kipling’e yakışan bir üslupla yazmış. İşte size bunlardan 6 Mart 1921 günü aldığım birkaç not.
Mustafa Sagir takma bir ad, Sanık bunu Benares’li tanınmış bir ailenin adını gizlemek için kullanıyor. Henüz 10 yaşında iken, inanılmaz derecede çabuk gelişen zekası sebebiyle yüksek İngiliz memurlarını heyecanlandırmış. Bu gibi durumlarda sık sık yapıldığı üzere, seçkin kişilere uygulanan biçimde eğitilmesi ve yetiştirilmesi için İngiltere’ye gönderilmiş.
Brighton’da şıklığı ve lüksü ile meşhur özel bir kolejde, 4 yıl süren sıkı bir eğitimden sonra, 14 yaşında aynı şartlar içinde Edimburg’da öğrenimine devam etmiş; daha sonra da Oxford’daki Lincoln College’a alınmış ve burada ona genç bir prens gibi davranılmış, o da “B.A. degree ve Second class honours in History” derecelerini kazanmış.
Oxford’u bitirmeden önce, son sınıftayken Chief Secretary tarafından Londra’ya çağırılmış, yüksek düzeydeki iki İngiliz memuru ve iki Müslüman din adamı huzurunda, Kur’an üzerine yaptığı yeminle “ İngiliz tahtına ve Hindistan kral naibine daima sadık kalacağına, kendisine verilen emirleri hiç tartışmadan yerine getireceğine” söz vermiş.
Bunun üzerine tekrar Oxford’a yollanmış ve öğrenimini bitirdikten sonra İngiltere hükümeti tarafından Arapça öğrenmek bahanesiyle Kahire’ye gönderilmiş. Gerçekte ise ona verilen görev, oradaki Mısır milli hareketini izlemekti.
Oradan, yine siyasi amaçlarla İran’a gitmiş, Londra’ya dönünce, siyasi şubeye atanmış, bundan sonra Türkiye, İran, Afganistan ve Hindistan konularında siyasi uzman olarak çalışmış. 1914 yılının Ağustos ayında Hindistan’a gönderilmiş.
Yargılanması esnasında, mütareke sıralarında İngiltere’nin durumunu, karşılaştığı güçlükleri, bozuk olan bu durumu nasıl düzelttiğini, savaşın sonuna doğru askeri durumunun yeniden güçlenmesi sonucu daha büyük işlere giriştiğini büyük bir açıklıkla anlattı.
Bu arada , İstanbul’daki Britanya Yüksek Komiserliği’nden Londra’da Foreign Office’e (Dışişleri Bakanlığı) Anadolu’nun siyasi durumu ile ilgili olarak gönderdiği raporun bir bölümünü açıkladı. Raporda “ Anadolu’da can ve mal güvenliği kalmadığına göre, milliyetçilerle anlaşmak, İngiltere’nin şerefi için zararlı olmaktan da çok öte bir şeydir” diyordu.
War Office’in ( Savaş Bakanlığı) tezi işte buydu ve olaylar bunu hiç değiştirmedi.
Mustafa Sagir, önceleri İngiltere’nin neden bekleme politikası izlediğini açıkladıktan sonra, son dakikaya kadar da milliyetçiliğin mevcudiyetini ve İngilizlerin Yunan oyununu sevk ve idare ettiğini inkar etti.
Daha sonra, Padişah İstanbul’daki hükümet üyeleri, İstanbul’daki İngiliz askeri komutanları Albay Nelson, Binbaşı D. Monford, Sivil Servis’ten Stone ve Yüzbaşı Bennett tarafından sürdürülen İngiliz propaganda planını açıkladı.
Bu propagandanın amacı milli hareketin ve onun başındaki şefin yok edilmesiydi. Mustafa Sagir, Mustafa Kemal’in öldürülmesi planını uygulamak için kurulan komite üyelerinin adlarını açıkladı. Bunlar yukarıda adlarını saydığımız subaylar ve Rahip Frew’di.
Sanık, bütün bunları yüksek ve anlaşılır bir sesle anlatıyor, duruşmayı yöneten yargıç her nokta üzerinde, ondan kesin açıklamalarda bulunmasını istiyordu.
Sonra ondan, birçok defa başarısızlığa uğrayan bu planın uygulanması için, hangi sebeplerle kendisinin seçilmiş olduğunu anlatması istendi.
Sanık şöyle cevap verdi: “ Bundan birkaç ay önce, Afganistan’da bunun gibi tehlikeli bir görevi başarıyla sonuçlandırmıştım: Emir’in öldürülmesi”
Sanığın bu sözleri üzerine salondaki dinleyicilerden öfkeli sesler yükseldi, fakat mahkeme heyeti bir işaretle sükuneti sağladı. Sonra sanık bu son komploya katılanlarla İngiltere hesabına çalışan bütün Müslümanların adlarını ve bunların İngilizlerden almış oldukları paraların miktarlarını açıkladı. Sayısı boyuna artıyor gibi görünen dinleyicilerin sinirleri iyice bozulmuştu. Rakamlar, isimler birer birer okunuyor: Sultan ve ailesi, saray mensupları ila …. Bu biçim bir açıklamadan sonra İstanbul’da pek az bir şey kalıyordu. Bir çok İslam ülkesinin temsilcileri de duruşmayı izleyenler arasındaydı.
Sagir devam etti” Eğer İngiltere Türklerin, özellikle milliyetçilerin Hindistan, Afganistan ve Mezopotamya’daki mücadeleden vazgeçtiklerine kanaat getirirse, derhal bir anlaşma olabilir ama buna inanmadıkça savaşı sürdürecektir”
“İngiltere Anadolu’yu İngiliz mandası altına almak istiyor. Ancak böylece Türkiye’nin İslam politikasını fiilen kontrol altına alabileceğini düşünüyor”
Yargıçlar, aralarında görüşmek için duruşmaya ara verip salondan çıktılar. Oturuma kısa bir süre ara verildiği halde, kalabalık büyük bir kıskançlıkla yerlerini korudu, ama sanığın yüzündeki sürekli tebessüm de silindi.
Daha sonra benden duruşma hakkındaki izlenimlerimi soran paşa “Ben gerçek İngiltere ile bana karşı büyük bir kin besleyen emperyalist parti İngiltere’si arasındaki farkı çok iyi anlıyorum. Hatta İngiliz kamuoyunun bir kısmının da bizimle birlikte olduğunu biliyorum. Acaba kamuoyunun bütünleşmesi mümkün olabilecek mi, yoksa iki yıldan beri bizi mahvetmek için çalışan bu birkaç kişi için acımasızca ve aralıksız mücadeleye mecbur kalacağız? Bütün mesele burada” dedi.
KURTULUŞ SAVAŞI SIRASINDA TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ / BERTHE GEORGES –GAULİS / 147-148-149-150-151
Ayaklanma bölgesi Erzincan ile Sivas arasında geniş bir bölgeyi kapsar. 6 Mart 1921’de başlayarak , 17 Haziran 1921 gününe kadar üç buçuk ay sürmüştür. Ayaklanmanın Pontus hareketinin yakınında ve Yunan taarruzuna paralel olması da dikkat çekicidir.
Geniş ayaklanma bölgesinde Alevi Kürt olan Koçkiri Aşireti bir azınlık idi. Yozgat isyanı bastırıldıktan sonra, oradan kaçanlar ve Dersim’den gelenler, ayaklanma bölgesindeki tutucu Türklerin katılımlarıyla güçlendiler. Ayaklanmayı İstanbul’daki Kürt Teali Cemiyeti hazırladı. Koçkiri Aşiretinin Başkanı, bu cemiyetin üyesi idi. Amaçları özerk veya bağımsız bir Kürdistan kurmaktı.
Ayaklanmayı bastırmak için gönderilen küçük kuvvetler yenilgiye uğradıkları gibi, nasihat girişimleri de bir sonuç vermedi. 11 Nisan’da Nurettin Paşa büyük kuvvetlerle harekete geçti. Bunların üzerinde durmayarak bir önemli çarpışmaya yer vereceğiz. 28. Süvari Alayı ile Giresunlu Osman Ağa’nın süvarileri Çıragediği’ne doğru giderlerken, asilerin taarruzlarına uğrayarak biraz çekildiler. Süvari Tugayı Çıragediğini geçerken pusuya uğrayarak, çok az kuvvetle kurtulabildi. Bundan sonraki hareketler başarılı oldu. Elebaşlarıyla birlikte bir çok asi yakalandı. 17 Haziran’da Aşiret Reisi Halit Bey’in kardeşi Alişan ve 12 asi lideri ile 500 asi teslim olarak Sivas’a gönderildiler.
TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI / FAHRİ BELEN / 326 – 327